VASİLİY BARTOLD VE ONUN NEVÂÎ İLE ULUĞ BEY DÖNEMLERİNDEKİ TASAVVUF KİTLELERİYLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI
Saida DARİYEVA (Uludağ Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Bilim Dalı Doktora Öğrencisi)
Giriş
Türkistan araştırmaları Batı’da ilk olarak misyonerlik faaliyetleri şeklinde başlamıştır. Bu süreci oryantalizm çalışmaları takip etmiştir. Bu oryantalistler içerisinde Türkistan çalışmaları hususunda en öne çıkan isim olarak Vasily Bartold’u görmekteyiz. Oryantalistler tarafından Türkistan medeniyeti değerlendirmelerinde dini müesseselere “eskiye övgü, yeniye yergi” tanımlamalarının yapıldığını görmekteyiz. Daha sonra bütün islam dünyasında ortaya çıkan “aydınlanmacı düşünce” sahibi müslüman ziyalılar da buna benzer tanımlamalar yapmışlardır. Oryantalizmin Türkistan hakkında yaptığı çalışmalara bir örnek teşkil etmesi açısından bu makaleyi hizmetinize sunuyoruz..
Özet
Bu makalede Rus ve Avrupa oryantalizminin kurucularından biri Vasiliy Bartold ve onun Mir Ali Şir Nevâî ve Sultan Uluğ Bey dönemlerindeki tasavvuf kitleleriyle alakalı çalışmalarından bahsedilmiştir. Giriş kısmında Bartold’un tasavvuf alanında yaptığı genel araştırmaları, eserleri ve seferleriyle ilgili bilgiler verilmiştir. Meşhur Soçineniya (Derlemeler, İcatlar) adlı dokuz ciltli eserinin ikinci cildi Orta Asya İslam’ının türlü dönemlerine, bilvasıta tasavvuf ve üyelerinin faaliyetiyle doğrudan alakalıdır. Bu cilt esas olarak Mirza Uluğ Bey (1394-1449), Hoca Ahrar Veli (1404-1490) ve Ali Şir Nevâi (1441-1501) dönemlerindeki politik, sosyal ve dini hayatla ilgili bilgileri aktarmaktadır. Ancak, 1915 yılında yazmaya başladığı ve Ekim devriminden hemen sonra 1918 yılında yayınladığı, adı geçen II cildin esasını teşkil eden Ulugbek i Yego Vremya (Ulu Bey ve Onun Dönemi) adlı monografisinde Bartold Timur döneminden sonra Orta Asya İslam’ındaki çeşitli sosyal ve politik etkenlerin çatışımını göstermeye, Türklerdeki Müslüman kültürünün İran kültüründen belli bir ölçüde aşağıda olduğundan bahsetmiştir. Makalede Bartold’un bu ve benzeri fikirlerini objektif ve bilimsel açıdan aktarılmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bartold, Orta Asya Tasavvufu, Dervişler, Mir Ali Şir Nevâî
Abstract
In this article, it’s told about Vasiliy Bartold, one of the founders of Russian and European orientalism, and his works related to the masses of sufism during the periods of Mir Ali Shir Nevâî and Sultan Uluğ Bey. In the introduction, Bartold’s general researches, works and expeditions in the field of sufism are given.The second volume of his famous Sochineniya (Compilations, Inventions) is directly related to the periods of Central Asian Islam and the activity of the sufism and its members.This volume mainly conveys information about political, social and religious life during the periods of Mirza Uluğ Bey (1394-1449), Hodja Ahrar Veli (1404-1490) and Ali Shir Nevâi (1441-1501). However, in his monograph Ulugbek i yego vremya (Ulu Bey and his period), which he began writing in 1915 and published in 1918 immediately after the October revolution, Bartold mentioned that Muslim culture in Turks was significantly below Iranian culture after the Timur era. In the article, Bartold’s ideas and similar ideas are tried to be conveyed objectively and scientifically.
Keywords: Bartold, Central Asian Mistisizm, Darvishes, Mir Ali Sher Navai
Giriş
Rus oryantalizminde tasavvuf sahasında yapılan çalışmalardan bahsederken, Vasiliy Vladimiroviç Bartold’un (1869-1930) adını zikretmeden geçmek mümkün değildir. Bartold- Rus akademisyeni, Türkoloğu, Arapça uzmanı, İslam tarihi özellikle tasavvuf ve kaynakları sahasında uzman, arşiv araştırmacısı, dilbilimi uzmanı ve Sn. Petersburg Bilimler Akademisinin akademiği (ordinaryüsü) olmuştur.
Vasiliy Vladimiroviç Bartold (Василий Владимирович Бартольд) 15 Kasım 1869 tarihinde Petersburg’da Ruslaşmış bir Alman ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Vaftiz ismi Wilhelm olup Batı Avrupa dillerinde yayınlanan çalışmalarında bu ismini kullanmayı tercih etmiştir. Bu isminden onun Alman olduğu anlaşılmaktadır.
Bartold 1887 yılında 8 nolu St. Petersburg Kolejini altın madalya ile bitirdi. Yakın ve Orta Doğu ülkelerinin antik tarihini tercih ederek 1887 yılının sonbaharında St. Petersburg Üniversitesi Doğu Dilleri Fakültesi’nin Arap, Fars, Tatar, Türk Dilleri Bölümü’nü kazandı. Gençlik yıllarında orta çağ tarihine ilgi duymaya başlamıştı. Bartold’un bu alanda danışmanı ünlü ve çok yönlü bilim adamı Viktor Romanoviç Rozen (1849–1908) idi. Rus milliyetçisi (Fransız asıllı olmasına rağmen) V. R. Rozen, Rus oryantalizminin geleceğinin parlak olacağına inanıyordu ve genç oryantalistlerin yetişmesi için büyük gayret gösteriyordu. Bartold üniversitede Türkolog P. M. Melioranskiy (1868–1906) ve yaş farkına rağmen fırsatlar el verdiği ölçüde ünlü Türkolog akademisyen V. V. Radloff (1837–1918) ile de yakınlaştı.
1891 yılında üniversiteyi bitirdikten sonra V. R. Rozen’in tavsiyesi ile 1891–1892 yıllarında yüksek ihtisas için kendi imkânları ile Finlandiya, Almanya, İsviçre, Kuzey İtalya, Avusturya, Macaristan ve Krakov’a (Polonya) gitti. Halle Üniversitesinde oryantalistlerden August Müller’in (1848–1892) ve Eduard Meyer’in derslerini dinlemiş ve dostane ilişkiler kurmuştur. Strasburg Üniversitesinde ise ünlü oryantalist Teodor Nöldeke’in (1836–1930) derslerini dinlemiştir. 1893 yılında St. Petersburg Üniversitesinde Doktora öğrencisi oldu. “Туркестан в eпoxy монгольского нашествия” (Moğol İstilâsına Kadar Türkistan) adlı doktora tezini sundu. Tezini savunduktan sonra Doğu Bilimleri Tarihi Doktoru unvanını aldı. 1901 yılında profesör, 1910 yılında Rus Bilimler Akademisi’nin muhabir üyeliğine ve 25 Ekim 1913’te Radlof, Salema, Oldenburg ve Marr tarafından imzalanan öneri üzerine 2’ye 25 oyla Ordinaryüslüğe seçildi.[1]
Bartold Sn. Petersburg üniversitesinde uzun yıllar boyunca hocalık yaptı, her sene Doğu ülkelerine araştırma seferleri düzenledi. “Mir İslama (İslam Âlemi)”,“Musulmanskiy Mir” dergilerinin kurucusu, İslam tarihi ve Müslüman kültürüyle ilgili çok sayıda paha biçilmez eser ve makalelerin yazarı, Rus oryantalizminin kurucu babalarından biridir.
1917’nin Ekim devriminden sonra geçen her anlamdaki zor ve meşakkatli yıllarda Bartold, Rus-Sovyet oryantalizminin yaşamını sürdürebilmesi ve ağır koşullar altında olsa bile üretken olması için en çok çabalayan insanların arasındaydı. 18 Nisan 1919 tarihinde Lenin’in imza attığı fermanla kurulan Rusya Materyal Tarih Kültürü Akademisinin düzenleyici ve yöneticilerinden biri oldu ve bu kurumun Orta Asya bölümünün başkanlığını yaptı.[2] Bu dönemden itibaren Bartold, Petrograd (Devrim öncesi başkent Sankt-Petersburg) Üniversitesinde ve Petrograd Yaşayan Doğu Dilleri Enstitüsünde hocalık yaptı, Moskova’da Yaşayan Doğu Dilleri Merkezi Enstitüsünün kuruluşunu sağladı, ünlü Rus yazarı Aleksey Maksimoviç Gorki-Peşkov (1868-1936) insiyatifiyle Vsemirnaya Literatura (Dünya Edebiyatı) Yayınevinin düzenlediği Asya Müzesi Doğu Araştırmaları bölümünün uluslararası Oryantalizm ve Doğu Dilleri fuarlarında ön planda çalıştı.
Aynı zamanda Bartold, Orta Asya ülkelerindeki bilimsel kurumlarla yakından irtibattaydı, onların faaliyetine sürekli imkân olduğu kadar yardımda bulunmaya çalıştı, Orta Asya’nın ilk üniversitesi Taşkent Sovyet Üniversitesinin kuruluşunda epeyce katkıları oldu. Aynı zamanda o Ekim devriminden sonra bölgede Arap alfabesinin yasaklanması üzerine Kril yazısının yaygınlaşmasında da katkıda bulunmuştur.
Uluslararası bilim çevreleri, Bartold’un Şark Tarihi incelemelerine fevkalade katkısını açıkça kabul eder. 1917 Devrimiyle birlikte, Rusya’daki Oryantalizm araştırmalarının temel direklerinden biri olarak görülen Bartold çok üst düzey bir saygı gördü ve hayatının son günlerine kadar akademik çevrelerde karşı konulamaz bir otorite olarak kaldı.
Bartold; Uluğ Bey, Ali Şir Nevâî hakkındaki monografiler, 130’dan fazla bilimsel makale ve derlemenin yazarıdır.[3] Bartold, daha devrim öncesinde, 1910’lu yıllarda Doğu halklarının Emperya’daki dil eğitimi sahasındaki başarılarını sürekli vurgulamıştı, bu da onun Doğu insanına pek çok uzmandan farklı olarak duyduğu saygı ve değerin bir göstergesidir.
1.Uluğ Bey Döneminde Tasavvuf Şeyhlerinin Önemi: Hoca Ahrar ve Müritlerinin Örneğinde…
Bartold’un meşhur Soçineniya (Derlemeler, İcatlar) adlı dokuz ciltlik eserinin ikinci cildi Orta Asya İslam’ının türlü dönemlerine, bilvasıta tasavvuf ve üyelerinin faaliyetiyle doğrudan alakalıdır. Bu cilt esas olarak Mirza Uluğ Bey (1394-1449), Hoca Ahrar Veli (1404-1490) ve Ali Şir Nevâi (1441-1501) dönemlerindeki politik, sosyal ve dini hayatla ilgili bilgileri aktarmaktadır. 1915 yılında yazmaya başladığı ve Ekim devriminden hemen sonra 1918 yılında yayınladığı, adı geçen II. cildin esasını teşkil eden Ulugbek i Yego Vremya (Ulu Bey ve Onun Dönemi) adlı monografisinde Bartold, Timur döneminden sonra Orta Asya İslamı’ndaki çeşitli sosyal ve politik etkenlerin çatışımını göstermeye, Türklerin Müslüman kültürünün İran kültüründen belli bir ölçüde aşağıda olduğunu kendine özgü argümanlarla ispat etmeye çalışmıştı.
Ulu Bey’in yönetim yıllarını, yani XV yüzyılın ilk yarısını Bartold Orta Asya tarihinin hem kültür ve medeniyetin, ilim konusundaki gelişimlerin zirve noktası hem de Hoca Ahrar Veli önderliğindeki ‘fanatik ve cahil’ dervişlerin devlet siyasetini ele geçirdikleri ve ülkeyi geriye sürükledikleri gerilim noktası olarak bildirmiştir.[4] O, kitabında Hoca Ahrar’a nispeten aşağılayıcı “köylü şeyh” ifadesini kullanır ve Uluğ Bey’in neredeyse kırk sene süren politik iktidarını yok eden fanatik güçlerin lideri olarak gösterir.[5] Bartold’a göre Orta Asya’daki gerçek dervişler, yani tasavvufun insan haklarını savunma ve maddiyata değil de, maneviyata önem verme gibi ulvi gayelerini öne sürmüşlerdi, fakat Hoca Ahrar bunları çiğnedi. Hoca Ahrar’ın Uluğ Bey’i yenmesi Bartold’a göre berberi yabaniliğin şehir temeddününü yenmesi gibi olmuştu.[6]
Bartold, daha Moğol istilası döneminde Buhara, Semerkant, Belh ve başka önemli medeniyet ve siyaset merkezlerinde derviş hankahlarının mevcut olduğunu ve tarikatların halk arasında önemli bir etkiye sahip olduğunu yazmaktadır.[7] ‘Bu bölgelerde tasavvuf şeyhlerinin İslam hakkında basit dille anlattıkları toplumun gönlüne medrese vekillerinin ağır literatür dille söylediklerinden daha hızlı ve sıcak gelirdi’ der ve fikrimizce bu hakikatten pek de uzak olamaz.
Ulu Bey’in babası Şahruh Mirza (1377-1447)’nın Buhara dervişleriyle yakından irtibatını vurgulayan Bartold tasavvufun aile ortamında bile Timuri şehzadelerini etkilediğini göstermek ister. XVI yüzyılın sufi yazarı Fahriddin Ali Hüseyin Vâiz Kaşifî’nin Reşehatu’l-Ayni’l-Hayat eserine dayanarak Bartold Şahruh Mirza ve Timur’un büyük oğlu Halil Sultan (1384-1411) arasındaki münasebetlerde Buhara Nakşilerinin rolünü göstermiştir: Buhara Nakşilerinin lideri ve Bahauddin Nakşibend’in en sevdiği müridi Muhammed Parsa (1345-1420) Müslümanların başına gelen sıkıntıları arındırmak için sürekli olarak Şahruh Sultanla mülakat halindeydi. Halil Sultan ise bu iki önemli şahsiyetin bu kadar yakın dostluğunu kıskandı ve şeyh Parsa’ya çöle, göçebe kabileleri İslam’a davet etmek için gitmeyi teklif etti. Şeyh de bunu kabul etti fakat önce gidip Buhara’daki azizlerin ve velilerin mezarlıklarını ziyaret edeceğini söyledi. Aynı günlerde Buhara’ya Şahruh Mirza’nın savaş için meydan seçmekle ilgili fermanı ulaştırılmıştır. Şeyh Parsa ise bu fermanı önce Buhara’daki Mescid-i Kelan camisinin meydanında topluma dinletip sonra Semerkand’a göndermelerini tavsiye etti. Bir müddet sonra Halil yenildi ve itibarını kaybetti.[8]
Bartold, Uluğ Bey’in kişiliğinden bahsederken, bir taraftan dedesi emir Timur gibi şeriat kurallarına sımsıkı bağlı olduğunu hatta kendi oğlu ve torunlarının evinde şarap bulunduğunu duyunca onları cezalandırdığını[9] öbür taraftan ise onun taraftarlarından olan şeriat ehlinin şeriata zıt eylemlerde de bulunduğunu yazar. Örneğin, Semerkant şeyhu’l-islam’ı ve Uluğ Bey’in yakın arkadaşı şeyh İsamuddin bin Abdulmelik, bir gün Semerkan ehli için yeni hamam yaptırdı ve bunun için kutlama da yaptırdı. Kutlama için düzenlenen törene şehrin şairleri, tarihçileri ve hatta bayan şarkıcıları ve şaireleri de geldi. Bu duruma çok kızan muhtesip Seyyid Âşık ise karşı şöyle bir hitapta bulundu: İslamsız Şeyhu’l-islam hazretleri, hangi mezhep erkek ve kadına beraber bulunmaya, üstelik şarkı söylemeye izin veriyor?[10]
Fakat Bartold ancak Semerkant şeyhu’l-islamı ve benzeri şahsiyetlerin bu tarz bir hayatı önemsemediklerini, daha XII.yüzyıldan itibaren Buhara, sedr-cihanların eline geçtiği dönemlerde elit dindar kitlenin çok ihtişamlı ve laik yaşam sürdüğünü vurgulamıştır.[11] Uluğ Bey döneminde hem onlar hem de onun taraftarları olan Semerkant şeyhu’l-islamları bu elit kesimin çekirdeğini oluşturmuşlardı. Onlara karşı çıkan ve yaptıklarının şeriat kurallarına uygun olmadığını söyleyenler ise Bartold’a göre toplumun savunucuları ve tabiri caizse Orta Çağ Orta Asya’sının sosyalist-komunistleri idi. Çünkü derviş biraderlikleri sade ve basit hayat tarzını benimser, kadın haklarını bir anlamda olsa da savunur ve herkesin eşit olduğunu, zenginliğinin paylaşılması gerektiğini Kuran ve hadislerle ispat etmete çalışırlardı. O bu konuda özellikle Nakşi dervişlerinin aktifliğini vurgular. Bartold adı geçen dönemlerde resmi kelamcıların halktan uzak olduğunu, derviş kitlelerinin ise her açıdan insanlara yakın olduklarını öne sürmektedir. Dervişler ve resmi ulema arasındaki bu ve başka konulardaki zıtlıklar Bartold tarafından bir mücadele, gayevi savaş olarak algılanır. Batı Asya’da, örneğin İran’da durum tam tersineydi, burada çoğu dervişler şeriatın savunucularıydı ve kurallarının harfiyen uygulanmasını çabalar, devlet yöneticileri, şeriat önderleri, tüccar ya da saray ehli, kim olursa olsun, noksanlarını açık söylerlerdi. Fakat bir kısım sûfîler, şeriat kurallarını mecazi anlamda olduğunu vurgulayarak, daha rahat ve toleranslı şerh etmeleri sebebiyle İran ve Horasan’ın bazı bölgelerinde tasavvuf kelimesi özgür düşünce ile aynı anlamda kullanılmaya başlamıştı.
Bartold bu noktada ilginç bir mukayesede bulunmaktadır: nasıl ki Avrupa’da komunistler[12] ilim ve marifete karşı savaş açtılarsa, XV.yüzyıl Türkistanında da dervişler her türlü dini ve dünyevi ilimlere karşı mücadele halindeydiler.[13]
Yukarıda müracaatta bulunduğumuz Raşahat, Bartold açısından Ulubey ve şeyhu’l-islam İsamuddin başta olmak üzere onun tarafını tutan dindar kitleye karşı düşman olan dervişler hakkında detaylı bilgileri sunan kaynaktır. Bu konuda Bartold hatta Halil Sultan’ın gözden düşmesine ve Uluğ Bey’in iktidara gelmesine sebep olan Buhara Nakşilerinin önderi Muhammed Parsa’ya da onların pek sıcak davranmadıklarını dile getirmektedir: Bir gün Semerkand’a Emir Timur’u da yakından tanıyan ve onunla birkaç sefere giden ve onun tarafından 1402 senesinde Bursa’da esir alınan Suriyeli şeyh, Sultan Bayezid Yıldırım sarayında hizmette bulunan, Timuri şehzadeler ve melikelerin nikahını kıyan allame Şemseddin Muhammed ibn Muhammed el-Cezeri (ö.1429,Şiraz) geldi ve şehir medreselerinde okutulan hadislerin isnatlarını incelemek istedi. Meclis sırasında şeyh Parsa’nın dile getirdiği birkaç isnadı zayıf bulunca Parsa hiçbir zaman şeyhin evine gitmemesine rağmen, onun evindeki kütüphanenin hangi rafında bulunan hangi hadis kitabında bu isnatların sahih olduğunu gösteren zincirlerin bulunduğunu söyler ve böylece oradaki hazirun, Parsa’nın velilik kerametine şahit olurlar.[14]
Raşahat’ın Tahran baskısında oğlunun ahlak dışı davranışlarından dolayı Uluğ Bey ve şeyhu’l-islam tarafından cezalandırılan Şeyh Nizamuddin Hamuş zikredilmiştir.[15] Oğlunun saray haremindeki bazı kadınlara yan gözle baktığından dolayı onu zindana atma kararı çıkar fakat o kaçıp kurtulur. Askerler, Şeyh Nizamuddin’i yakalarlar ve ata ters bindirip Bağ-ı Meydan sarayında bulunan Uluğ Bey’in yanına getirirler. Uluğ Bey onu yargılamaya başlar fakat şeyh ona cevaben tek cümleyi söyler: “Karşında bir masum Müslüman olarak duruyorum, eğer benim masum olduğuma inanmıyorsan kalbin sana ne diyorsa onu yap.” Uluğ Bey onun bu sözlerinden o kadar etkilenir ki, hemen onu serbest bırakmaya emreder. İleride ise Uluğ Bey’in kendi oğlu şehzade Abdüllatif tarafından öldürülmesini Hoca Ahrar Veli şeyhin bedduasının sonucu olarak gösterir.[16]
Raşahat‘ın yazarı Uluğ Bey döneminin en önemli ve etkili tasavvuf şeyhlerinden Nizamuddin Hamuş, Hoca Ahrar Veli’nin şeyhi Hoca Hasan Attar, Ahrar’ın kendisini ve Yakub-i Çerhî’yi göstermektedir.[17] Buhara, onun fikrince, dervişlik enstitüsünün politik etkiye sahip olduğu tek bölgesiydi, nasıl ki zamanında dervişler Halil Sultan’ı yok ettilerse, vakti saati gelince Hoca Ahrar Veli önderliğindeki Nakşiler Abdullatif’i ellerinde kukla gibi oynatarak onun elleriyle babasını yok etmeyi başardılar. Bartold, Hafız Ebru’dan naklen Uluğ Bey’in Buhara dervişlerinin ne kadar güç ve iktidar sahibi olduklarının farkına vardığını ve imkan kadar onlara yakın olmaya çalıştığını yazar: O, Buhara’da medrese kurdurdu ve ziyarete geldiği zaman oradaki hocalar ve talibi ilim ehline bol ikramda bulundu.[18]
Zahiriddin Muhammed Şah Babur, Uluğ Bey’in Semerkant Registan meydanında kurdurduğu medresenin tam karşısında bir derviş hankahını da yaptırdığını yazmaktadır. Bu hankahın kubbesinin yükseklik açısından dünyada eşi benzeri yoktu.[19] Sonraki dönemlerde bu hankahla ilgili pek bilgiye rastlanmıyor, 1028/1619 senesinde Registan’da Şirdar medresinin inşaatı başlarken, onunla ilgili hiçbir belgede herhangi bir not yoktur. Fakat Şirdar medresesinin güney tarafında İmam Cafer’in oğlu Muhammed b. Cafer’e ait sayılan mezarlıktan bahsedilir[20] Tarihçi Abdurrezzak Semerkandî (1413-1482) bu hankah ehline Uluğ Bey tarafından bolca ikramda bulunduğunu ve dervişlerinin onun himayesi altında olduklarını yazmaktadır.[21]
1449 tarihinde Uluğ Bey’in Abbas adlı kul tarafından öldürülmesini Bartold, Hoca Ahrar Veli’nin verdiği fetvayla babasını kâfir ilan eden Abdüllatif’in işi olarak görür. Tâ Sovyetlerin dağılmasına kadar bu düşünce tarihte hâkimdi. Fakat bir sene geçmeden, 1450 tarihinde kendisi Uluğ Bey’in eski kulu Baba Hüseyin Bahadur tarafından idam edildi ve kafası Uluğ Bey medresesinin giriş kapısına koyuldu.[22]
Aynı senede, Abdüllatif’in idamından birkaç ay önce ondan kaçarak Buhara’ya gelen Babur’un dedesi şehzade Ebu Seyyid, Buhara şeyhu’l-islam’ı tarafından esir alınmıştı ve ancak Abdüllatif’in ölüm haberi onu da idamdan kurtarmıştı. 1541 yılında Türkistan ve Taşkent bölgelerini ele geçiren Ebu Seyyid artık Timuri İmparatorluğunun tek yasal hünkarı olarak ilan edildi. Raşahat müellifi, onun ordusunun Şeyh Ubeydullah Ahrar’ın duası sayesinde zafer kazandığını yazmaktadır. Onun getirdiği rivayete göre, Taşkent ve Türkistan Nakşilerinin önderi olan Hoca Ahrar, Ebu Seyyid’i daha kimse tanımazken, tahta geçeceğini işaret etmiştir. Ebu Seyyid’in kendisi de rüyasında şeyhi görmüş ve esirlikten kurtulunca onunla buluşmuştur. Hoca Ahrar ancak şeriat kurallarını yeniden uygulamaya söz verirse onun için dua edeceğini, ordusunun üzerinden bir sürü karga uçmayınca savaşa başlamamasını söylemiştir. Ebu Seyyid ordusunun sadece 7000 kişi olmasına rağmen, sayı olarak onlardan on kat üstün olan emir Abdullah’ı yener. Savaşın en zor anında Türkistanlı ünlü savaşçı Hasan Bahadur birden ordunun başında sancak kaldırınca kılıçla savaşmakta olan Hoca Ahrar’ı görür ve “Yağiy kaçtı (düşman kaçtı)” diye bağırınca kendini savaşın ortasına atar. Böylece Ebu Seyyid zafer kazanır.[23]
Bartold, Ebu Seyyid dönemini Nakşilerin mutaassıp yönetim dönemi olarak algılar. Onun deyimiyle, Uluğ Bey’in kırk yıllık yönetimi Hoca Ahrar Veli önderliğindeki ilim ve temeddün düşmanları dervişlerin kırk yıllık hükümetiyle değişti. Ebu Seyyid Semerkand’a gelir gelmez hemen Hoca Ahrar’ı yanına çağırdı ve ona limitsiz bir yetki hakkı sağladı. Raşahat müellifi bile onun “zahiri ilimlerdense batıni ilimlerle meşgul olmayı”[24] tercih ettiğini yazar fakat Bartold bu ve benzeri cümleleri Ahrar’ın tamamen ilimden uzak durduğunun bir işareti olarak kabul etmiştir. Her hâlükarda Hoca Ahrar Veli medrese çevresinin ilimlerden uzak durması, etraftakilerden on kat fazla ibadetle meşgul olması ve en önemlisi servetini sürekli fakirlere harcamasıyla Bartold’e göre “tipik bir Türkistan işanı” idi.[25]
12 Mart 1915 tarihinde Rus Arkeoloji Topluluğunun sıradaki bir toplantısında Bartold, “Ulugbek i Hodja Ahrar” (Ulu Bey ve Hoca Ahrar) konulu bir konuşma yaptı ve konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “XIX. yüzyılın komünistleri sıradan insanların ulaşma imkanı olmayan herhangi bilim dalları ve kültüre karşı nasıl savaştılarsa, Hoca Ahrar’ın faaliyetine değerlendirmede onun ve taraftarlarının şeriata aykırı gördükleri kültüre karşı mücadeleleri toplumun tüm zalimlere karşı olan savaşına denk idi. Döneminin yüksek eğitime sahip kitlelerinin menfaatleri doğrudan sadece yönetici ve onun etrafındaki kitleyle bağlı olduğu bir zamanda işan yoksul halk kitlelerinin savunucusu olarak meydana çıkmıştı.
İşan ve onun taraftarları genel eşitlilik adına yürüttükleri bu savaşın sonu yabanilik ve Orta Çağlar’a has vahşilikle son bulacağını tabii ki bilmiyorlardı. Ebu Seyyid döneminde insanların derisini diri diri yüzerek ya da kaynamakta olan suya atarak idam edildiklerine şahit oluyoruz. Oysa bunlar Uluğ Bey döneminde söz konusu olamazdı. Kendilerini Nakşi dervişlerinin manevi mirasçısı olarak gösteren Özbek hanları da bu vahşi gelenekleri devam ettirdiler. Eğer dervişizm son ve mutlak zafere ulaşsaydı sonuçları çok daha kötü ve üzüntülü olabilirdi.”[26]
Bartold’e göre, Ebu Seyyid’in Hoca Ahrar’ın destegiyle tahta oturması dervişliğin Orta Asya’daki hem politik, hem de sosyo-kültürel zaferi idi. Tezin bu alt başlığında sıkça istifade edilen Soçineniye eserinin II cildinde Bartold şöyle bir iddialı cümleyi kullanmıştır: “Müslüman skolâstik ilahiyatının negatif yönleri nasıl olursa olsun, onun kültür düşmanı Orta Çağ dervişliliğine karşı mücadelesi hiç şüphesiz beşer için yapılan bir hizmettir.”[27]
1.Sultan Hüseyin Baykara ve Ali Şir Nevâ’î’nin Dervişlerle Münasebetleri
Herat, Timuriler sarayının sultanı Sultan Hüseyin Baykara (1438-1506) ve Özbek şiirinin şahı olarak ün kazanan meşhur şair ve tarihçi, düşünür ve devlet adamı Mir Ali Şir Nevâî (1441-1501) bilindiği üzere hem sütkardeşler, hem de okul arkadaşlarıydılar.[28] Bartold onların her ikisinin de mensup oldukları ailelerden ve statülerinden dolayı tasavvufi zümrelere yakın olmaya ve onlardan kendilerine taraftar tutmaya çalıştıklarını vurgulamıştır. Fakat onlar Semerkant’taki Timuriler gibi köylü şeyhin önderliğindeki fanatiklerle uğraşmak zorunda kalmadılar ve bu açıdan çok şanslı idiler.[29] Herat Nakşilerinin lideri ünlü mutasavvıf şair, kelamcı, filozof, müzik teorisyeni ve düşünür Abdurrahman Câmî (1414-14929) idi ve o tarihte gayet müsamahalı hatta bölgedeki Sünni-Şii çatışmalarını bile kan dökmeden halleden diplomat şahıs olarak kalmıştı. Bazı Fransız oryantalistleri, örneğin Loucien Bouvat onu tutucu bir Sünni olarak göstermişse de, Belin François-Alphonse Ali Şir Nevâî’nin Mecalisu’n-Nafais eserinde getirdiği bir rivayete dayanarak onun aslında takiyeye sarılan bir Şii olduğu kanaatindedir.[30] Bu görüşe karşılık, 1472 tarihinde Câmî Şii karşıtı olarak algılanan şiirleri sebebiyle Mekke yolunda kışlamak için kaldığı Bağdat’ta mahkeme edilmişti fakat şeyhin kendisi bu şiirlerin daha çok Horasan Sünnileri tarafından kötü karşılanacağını düşündüğünü söylemiştir.[31] Hem Câmî’nin kendisi hem de Raşahat’ın yazarı onun Hoca Ahrar ve dervişleriyle güzel münasebette olduğunu yazmaktadır. Örneğin 11 Eylül 1469 tarihinde Sultan Hüseyin Astarbad’da isyan çıkaran şehzade Muhammed Yadigâr (Şahruh Sultanın torununun oğlu)’a karşı orduyla saldırır. Tam bu sırada Semerkant’tan Hoca Ahrar, Câmî’ye mektup gönderir ve Herat’ı Sultan Hüseyin izin vermeden terk eden bek ve emirleri idamdan kurtarmasını ister. Câmî, doğrudan Sultan karargâhına gelir ve çok yüksek düzeyde ağırlanır.[32]
1490 tarihinde Hoca Ahrar ağır hastalanınca Ali Şir Nevâî’ye mektup yazar ve ona iyi bir tabip bulup Semerkand’a göndermesini ister. Bartold bu konuda istihzayla hayatı boyunca ilim ve fenin tüm dallarına düşman olan şeyhin kendine gelince hemen tabip aramasını sivri dille vurgulamaktadır.[33]
1480-1481 yıllarında gençken bazen Şiilere karşı duyduğu empati yüzünden yadırganan Sultan Hüseyin Baykara, yine Şii imamlarına ve velilere karşı aşırı ilgi duymaya başladı. Gaznevi Sultan Sancar döneminde Hz. Ali’nin Horasan topraklarına hiçbir zaman gelmemiş olmasına rağmen, Belh etraflarında onun mezarı bulunmuştu ve bu İslam tarihindeki mezarlıklarla bağlı en kaba yalanlardan biri olmuştu.[34] Moğol baskınında viran edilen şehirde sonradan bu mezarlık da insanlar tarafından unutulmuştu. Fakat bahsettiğimiz dönemde Bayezid-i Bistâmî’nin soyundan gelen Şemseddin Muhammed, Kabil’den buraya gelir ve beyaz mezar taşını bulur. Tarihçi Handemir, sultanın mezar üzerine ihtişamlı bir bina yaptırdığını, bu sebeple büyük bir bayram yapıldığını, Horasan’ın başka şehirlerinde de böyle sahta mezarlıkların çoğaldığını yazmaktadır.[35] Sonradan Afganistan’ın ahalisinin çoğu Özbekler olan Mezar-ı Şerif şehrinin bir kısmına dönüşen bu şehirde bulunmakta olan mezarlık hâlâ ziyaret yeri sayılmaktadır ve her sene 21 Mart Nevruz bayramında törenler düzenlenmektedir.
KAYNAKÇA
1983 Heytets, P. M. Şastitko, Stanovleniye Sovetskogo Vostokovedeniye, Makaleler, A V. I. Lenin İ Stanovleniye Sovetskogo Vostokovedeniya, Doğu Edebiyatı Baş Redaktörlüğü Nauka Yayınevi, Moskova, 1983.
Boris Vasilyeviç Lunun, “Vasiliy Vladimiroviç Bartold”, Narody Azii i Afriki dergisi, Moskova, 1970.
Handemir, Ravzatu’s-Safa, Tahran baskısı, III
Bartold, Turkestan v epohu mongolskogo naşestviya, Moskova, Nauka Yayınevi, 1963,II
Bartold, O Pogrebenii Timura, Sankt-Petersburg, 1916, XXIII
Bartold, Soçineniya, II, Moskova, Nauka Yayınevi,1964.
Raşahat, Sankt-Petersburg Üniversitesi nushası.
Şihabiddin Hafız Ebru, Zübdetü’t-Tavarih, Oxford, Elliot 422 nushası, Sachau-Ethe katalogu
Mihail Yevgenyeviç Masson, “Samarkandskiy Registan”, Trudı SAGU (Semerkant Devlet Üniversitesi) dergisi, sayı: IX, Sosyal Bilimler böl. Masson, Arheologiya Sredney Azii, Taşkent, 1950.
Ebu Tahir Hoca, Samariye, Tacikçeden Vasiliy Lavrentyeviç Vyatkin çevirisi ve neşri, Sankt-Petersburg, 1904
Abdurrezzak Samarkandi, Matlau’s-sadayın ve mecmeu’l-behreyin, Sankt-Petersburg Üniversitesi El Yazmaları Enstitüsü nüshası, no:157
Edward G. Browne, A Literary History of Persia: From the Earliest Times till Firdawsi, Cambridge, 1902, From Firdowsi till Sa’di, Cambridge, II,1906.
Handemir, Habibu’s-siyar fi ahbâri efradı’l-beşer, Bombay baskısı, 1857.
Aleksandr Aleksandroviç Semyonov, Vzaimootnoşeniya Alişera Navoi i sultana Huseyna-Mirzy, Leningrad Yayınevi, Moskova, 1960.
Dipnotlar
[1] Gurban Hüseynov, Vasiliy Vladimiroviç Barthold (1869–1930) Hayatı, Eserleri Ve Orta Çağ Tarih Eğitimine katkıları. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Konya, 2013. s. 7
[2] N. Heytets, P. M. Şastitko, Stanovleniye Sovetskogo Vostokovedeniye, Makaleler, A V. I. Lenin İ Stanovleniye Sovetskogo Vostokovedeniya, Doğu Edebiyatı Baş Redaktörlüğü Nauka Yayınevi, Moskova, 1983.
[3] Boris Vasilyeviç Lunun, “Vasiliy Vladimiroviç Bartold”, Narody Azii i Afriki dergisi, Moskova, 1970, sayı:1, s.209-210.
[4] Bartold, Soçineniya, II, Moskova, Nauka Yayınevi,1964, s.5-6.
[5] Bartold, Soçineniya, II,,s.121.
[6] Bartold, Soçineniya, II,s.7.
[7] Bartold’un hanakah ve derviş terimlerinin kökeni hakkında verdiği detaylı bilgiler için bkz. İstoriya kulturnoy jizni Turkestana, Sankt-Petersburg, Sovyetler Birliği Fenler Akademisi Yayınevi, 1927, II.s.216-236.
[8] Raşahat’ın Sankt-Petersburg Üniversitesi Doğu el yazmaları arşivinde bulunan nushası, s.38a.
[9] Bartold, Soçineniya, II,s.121, tarihçi Abdurrezak Semerkendi’den naklen.
[10] Handemir, Ravzatu’s-Safa, Tahran baskısı, III,s.219.
[11] Bartold, Turkestan v epohu mongolskogo naşestviya, Moskova, Nauka Yayınevi, 1963,II.s.349,379-381.
[12] Bartold, Soçineniya, s.167-168,
[13] Handemir, Ravzatu’s-Safa’nın Bombay baskısında dervişlerin karşı oldukları âlimler hakkında detaylı bulunmaktadır: Âlauddin Şaşi, Uluğ Bey tarafından kaba davranışlarından dolayı Herat’a sürgün edilen ve orada vefat eden Muhammed Âlim, 1431 yılında Uluğ Beyle beraber Herat’ta bulunan ,1404 yılında ise Emir Timur’la Karabağ’a giden Afzaluddin Keşi, Seyyid Aşik, 1434 yılında Uluğ Bey ve saray ehline Herat seferinde eşlik eden Fazlullah Ebu Leysi.
[14] Kaşifi, Raşahat, s.37 a-b. Fakat Bartold Cami’nin Nafahatu’l-üns min hadarati’-kuds eserinin 1728 Kalkutta baskısının s.253’e dayanarak böyle bir olayın mümkün olmadığını, bu senede şeyhin çoktan Medine’de vefat etmiş olduğunu yazmaktadır.
[15] Raşahat, Tahran baskı, III, s.209.
[16] Raşahat, Sankt-Petersburg Üniversitesi nushası,s.82a.
[17] Raşahat, Sankt-Petersburg Üniversitesi nushası,s.36.
[18] Şihabiddin Hafız Ebru, Zübdetü’t-Tavarih, Oxford, Elliot 422 nushası, Sachau-Ethekatalogu,s.92.
[19] Baburname’nin Beveridge baskısı,s.46a. Bu hanakahla ilgili vakıf belgeleri hakkında detaylı bilgi için bkz. Mihail Yevgenyeviç Masson, Samarkandskiy Registan, Trudı SAGU (Semerkant Devlet Üniversitesi) dergisi, sayı: IX, Sosyal Bilimler böl. Masson, Arheologiya Sredney Azii, Taşkent, 1950, s.75-90.
[20] Ebu Tahir Hoca, Samariye, Tacikçeden Vasiliy Lavrentyeviç Vyatkin çevirisi ve neşri, Sankt-Petersburg, 1904, s.34.
[21]Abdurrezzak Samarkandi, Matlau’s-sadayın ve mecmeu’l-behreyin, Sankt-Petersburg Üniversitesi El yazmaları Enstitüsü nushası, no:157.
[22] Baburname, Beveridge baskısı, s.506.
[23] Bartold, O Pogrebenii Timura, Sankt-Petersburg, 1916, XXIII,s.1-32.
[24] Raşahat, s.135b.
[25] Hoca Ahrar’ın mülküyle ilgili bkz. Vyatkin, İz biografii Hadji Ahrara, Turkestanskiy Vestnik dergisi, Semerkant, 1904, say.147, 15/28 X. Ahrar’a ait topraklar Taşkent, Buhara, Semerkant, Kaşkaderya illerinde bulunmaktaydı ve böylece şeyh XV. Yüzyıl Orta Asya’sının en önde gelen toprak ağalarından biri sayılırdı. Onun Nakşi şeyhlerinin önderi olması ise onun bu maddi gücüne hem manevi, hem de politik ruh katmıştı. P. P. Ivanov, Hozyaystvo Djuybarskih Sheyhov. K istorii feodalnogo zemlevladeniya v SredneyAzii v XVI-XVII v. Moskova, Leningrad Yayınevi, 1954.
[26] Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi Merkez Arşivi, 68 no’lu vakıf, liste no.1/47,s.40-41. Bartold’un bu konuşması yayınlanmamıştır.
[27] Bartold, Soçineniya, II.s.174.
[28] Baburname, s.170b.
[29] Bartold, Soçineniya, II. Ulugbek i yegovremyabaşlığı altında,s.144.
[30] Loucien Bouvat, Bouvat, Essai sur la civilisation Timouride. Journal asiatique dergisi,1926, Nisan-Haziran saysısı, s.193-299; Belin François-Alphonse, Notice biographique et littéraire sur Mir Ali-Chir-Névâii,
Paris,1861,Journalasiatique dergisi, Paris, Ocak 1861 say.s.175-1256, 281-357. Burada getirilen rivayete göre Câmî ölümü esnasında on iki imamın isimlerini tek tek zikretmiştir.
[31] Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Edward.G.Browne, A Literary History of Persia: From the Earliest Times till Firdowsi, Cambridge, 1902; From Firdowsi till Sa’di, Cambridge, II,1906.
[32] Raşahat,s.350-351a.
[33] Bartold, Soçineniya, II. Ulugbek i yegovremya, s.126-127.
[34] Ayrıntılı bilgi için bkz. Bartold, Turkestan v epohu mongolskogo naşestviya, Sankt-Petersburg, 1898.
[35] Handemir, Habibu’s-siyar fi ahbâriefradı’l-beşer, Bombay baskısı, 1857,s.240.