KAZAKLARIN İSLÂMİYET’E GİRİŞ SÜRECİ

THE PROCESS OF ENTRY OF THE KAZAKHS İNTO ISLAM

Aidar ZEINELOV (İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi) 

Özet: Bu makalede, Kazak’ların İslamiyet’e giriş süreci ele alınmıştır. Kazakistan’da İslâmiyet’in yayılmasında; Buhara, Hive, Taşkent, Kokand gibi Türkistan şehirlerinden gelen Müslüman Türk tüccarların, tasavvuf ehli gönül erlerinin ve Volga Tatarları’nın büyük etkisi olmuştur.  İslâmiyet’in Kazakistan’da kabul görmesi ile birlikte Kazak şehirlerinde kültür, ilim, ticaret ve el sanatları alanında hızlı bir gelişme ve değişme meydana gelmiş, camiler, medreseler, dinî eğitim kurumları ülke genelinde inşa edilmeye başlanmıştır

Abstract:  In this article, the process of entry of the Kazakhs into Islam is discussed. In the spread of Islam in Kazakhstan; Muslim Turkish merchants, Sufi Tatars and Volga Tatars, who came from Turkistan cities such as Bukhara, Hive, Tashkent and Kokand, had a great influence. With the acceptance of Islam in Kazakhstan, there has been a rapid development and change in the fields of culture, science, trade and handicrafts in the Kazakh cities, and mosques, madrasas and religious education institutions have been built throughout the country.

Keywords: Kazakhs, Islamisation, Altın-Orda Khanate, İtil (Volga) Bulgarian State, Samarkand, Bukhara.

 

Giriş

Kazak adının anlamı hakkında muhtelif görüşler ileri sürülmüştür. Bunları üç grupta toplayabiliriz:

1- Kazaklar arasında anlatılan efsanelere göre Kazak kelimesi alelade bir kuş olan “kaz” kelimesinden birleşmesiyle “ak kaz” (beyaz kaz) demektir.[1]

2- Kazak kelimesi eski Türkçe’de “kendi ulusundan ayrılmış; başıboş dolaşılan; hür insan” anlamlarına gelmektedir. Buna göre Kazaklar “hür; serbest; cesur insanlar” demektir.[2]

3- Kazak kelimesi, eskiden Kazak Bozkırlarında yaşayan kavimlerin ve halkların adlarının (Sak, Kaspi, Hazar, Az (Asa) birleşerek değişmesinden neşet etmiştir.

Şimdi bu üç grupta topladığımız görüşler üzerinde duralım:

XIX. yüzyılda yaşayan Kazak halkının büyük milli şairi Abay İbrahim Kunanbayoğlu “Kazakların Kökünün Nereden Geldiği Hakkında” başlıklı yazısında: “Araplar Orta Asya’ya girmeye başladıkları zaman (8. yüzyıl), burada göçebe olarak yaşayan halkı “Cuza’i” (Huzai) diye isimlendirmişlerdir. “Hüzai” “keçe çadırlarda yaşayan” demekmiş. Kendi ülkelerinde yaşayan “Huza’i” (Huza’a’lı) dedikleri göçebe halka benzedikleri için onlara bu adı vermişlerdir. Yine Abay’a göre, “O devrin bir Han’ı böyle bir göçü gördüğü zaman ‘İşte bunlar tam “kaz” veya “kaz-ak” demiştir. Ak eki “çok” veya “tam” anlamını veren bir güçlendirme (pekiştirme) edatıdır. Yani “kazlar gibi sıra sıra dizilerek göçenler.” Bu göç kervanı bazen 2-3 km. uzuyordu. Bundan dolayı bu halk kendilerine ve başkaları da onlara “Kaz-ak”, Kazak demişlerdir.”[3]

Çohan Velihanov’a göre “Kazak” terimi, askeri bir terim olarak “yürekli, cesur” manaların veriyor.[4] Bir diğer Kazak tarihçisi, Abdurahmanov’ın fikri ise Kazak kelimesinin “kaz” ve “og” sözlerinden oluştuğu yönündedir “Ok” kelimesinin eski Türkçede urug, boy manasına geldiğini belirten araştırmacıya göre, “kazog” Kaz boyunu ifade etmektedir.[5]

Kazakistan topraklarında ilk olarak M. Ö. 7-4. yüzyıllarda göçebe milletler sıfatıyla Sakalar ve Masagetlerin yaşadığını görüyoruz. Ondan sonra Hunlar ve Usunlar ortaya çıkmıştır.[6]

Hunlardan sonra ortaya Gök Türk hakanlığı çıkmıştır. Ancak 582 yılında devlet resmen Doğu ve Batı Gök Türk Hakanlığı olarak ikiye ayrılmıştır. 630’da Gök Türk devleti tamamen yıkılınca onun yerine Türgeş devleti kuruldu. Türklerin, Müslüman Araplarla tanışması Batı Gök Türk Hakanlığı döneminde başlamıştır. Ancak Türgeşler döneminde Türklerin Araplarla mücadelesi doruk noktasına ulaşmıştır.[7]

Kazakistan topraklarındaki etnik yapının oluşmasında birkaç aşama göze çarpmaktadır. M.S. bin yılın ortalarından itibaren Türklerin batıya doğru kitleler halinde yerleşmeye başlamalarıyla ortaya çıkmıştır. Kazakistan ve ona komşu ülkelerin Bozkır kesimlerindeki etno-demografik durum eskisine göre daha belirginleşti ve mono etnik (tek halklı) yani Türk nüfusu oluştu, Kuzey Moğolistan’dan Amuderya (Ceyhun)’ya kadar uzanan geniş topraklara yavaş yavaş Türk kabileleri yayılarak buralarda yasamaya baslamıştır. Kazakistan topraklarında Türkler ve onların kaynaklarında geçen Bugu, Bayurku, Türgis, Bekli, Kıbır, Bulak ve Karluk gibi boylar, burasını eski sâkinleri olan Saka, Sarmat, Üysün ve Kanglıların torunlarıyla karışarak kaynaştılar. O dönemde Kazak isimleri yukarıdaki boyların isimleriyle tarih sahnesinde yer alıyordu.[8]

Tarihî süreç içerisinde Kazak toplumunun oluşması uzun bir süreci kapsamıştır. Tarihsel veriler Kazakların bir millet olarak oluşumunun son aşamasının 14. ve 15. yüzyıllarda tamamlandığını göstermektedir.

Türgeşlerden sonra Karahanlılara kadar şimdiki Kazakistan topraklarında sırasıyla Karluk, Oğuz devletleri ve Kimek Hakanlığı hüküm sürmüştür. 942-1210 tarihleri arasında ise Karahanlılar hâkim olmuşlardır. Türk boylarının toplu olarak İslâmiyet’i kabul etmesi de bu dönemde gerçekleşmiştir.[9]

XII. asrın başından 15. asra kadar Orta Asya topraklarında Moğol devri yaşanır. Bu döneme kadar Kazakistan topraklarında İsficab, Şarab, Farab, Sevran, Sıgnak (Yügnek), Balasagun, Taraz, Şaş, Sayram adlı şehirlerin kurulduğunu, buralara çok sayıda cami ve medrese inşa edilip İslam medeniyetinin izleri görülmekteydi.[10]

Moğol devrinden sonra 15. Asırda Orta Asya ve Maveraünnehir’de siyasi güce sahip Moğol-Türk sülalelerinden Çağataylılar, Timuroğulları devleti ve Altın Orda’dan ayrılan devletler vardı. Altın Orda, Ak Orda ve Gök Orda olarak ikiye ayrılmıştı. Bugünkü Kazakistan toprakları Ak Orda’nın hâkimiyeti altındaydı. Ak Orda Devleti’nde Ebü’l-Hayır Han (ö. 1468) döneminde karışıklıklar meydana gelmiş ve bazı sultanlar onun hâkimiyetini tanımak istememişlerdi. Orda’daki Kerey ve Canibek Hanlar Ebü’l-Hayır’ın idaresine baş kaldırarak, bütün halkı Kozu-Başı ve Çu bölgesine göç etmişti. Buraya geldikten sonra bağımsız bir devlet olarak bayrak kaldırıp Kazak Ordusu’nu kurdular.[11]

Kerey ve Janibek Hanlar’ın göç etmeleriyle meydana gelen Kazak Hanlığı, cüzler esasına göre kurulmuştu. Kazak halkını oluşturan Türk kavimleri, daha sonra tarihi gelişmeler sonucunda göç ederek Kazak topraklarına gelen ve Türkleşen Moğol kavimlerini de ihtiva ediyor ve böylece üç cüzü oluşturuyordu. Bu cüzler; Ulu Cüz, Orta Cüz ve Kişi (Küçük) Cüz idi. İşte Kazak hanlığı bu üç cüze ayrılır ve bu üç cüzü idare eden han Ulu Han unvanını alırdı. Ancak zaman zaman Ulu Han unvanını almak için üç cüz hanları arasında çatışmalar da oluyordu. Bundan dolayı da hanlık zayıflamış ve nihayet 1731’de Küçük Cüz’ün hanı Ebü’l-Hayır Han’ın Rus hâkimiyetine girmesi ile Kazakların hürriyeti de sona ermişti. Çünkü Ruslar Kazakistan topraklarının kendileri için büyük gelecek sağlayacağını çok iyi biliyorlardı ve bu toprakları işgal etmek için planlar kuruyorlardı.

XVII. yüzyılda Kazaklara bir taraftan Kalmuklar, bir taraftan da Çinliler yer yer hücum ediyordu; diğer taraftan ise kendi içindeki cüzler arasında sık sık taht kavgaları oluyordu. Bu sebepten dolayı zayıflamış olan Kazak Hanlığı’nı Rus İmparatorluğu 10 Ekim 1731 tarihinden itibaren yavaş yavaş hâkimiyeti altına almayı başardı. Böylece 300 yıllık Rus sömürgecilik dönemi başlıyordu. Önce Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma ve arkasından dinsizleştirme süreçleri başladı. Bu dönem, Kazakistan’ın bağımsızlığına yeniden kavuştuğu 1991 yılına kadar sürdü.[12]

Kazakların İslam’a Girişi

İslamiyet, X.-XI. yüzyılda Orta Asya’daki Türklerin asıl vatanı olan Buhara, Şaş, Semerkand, Harezm, Otrar topraklarına yayılıp Türk dünyasında güçlenmeye başlamıştır. Türk kabilelerinin İslamlaşması birkaç asır sürmüştür. 751 yılında Talas ırmağının kenarında (bugünkü Evliyaata’nın doğusunda) Araplar ile Karaçinliler arasındaki savaş, Türk dünyasına Müslümanlığın yayılmasını sağlamıştır. Tarihte “Talas Savaşı” olarak bilinen bu savaşta, Ziyad b. Salih’in komutasındaki İslam ordusu, Karaçinlileri mağlup etti. Dolayısıyla bu savaş, İslam dinin Türk topraklarında yayılmasını ve İslam kültür ve medeniyetinin buralarda yerleşmesini sağladı. Kur’an-ı Kerim ile birlikte Kazak bozkırlarına İslam medeniyeti de geldi. Türkler, İslam dininin hak bir din olduğunu anlayıp Müslümanlığı kabul etmeye başladılar. Araştırmacı Bartold’un ifadesiyle “Bu tarihî zafer, Orta Asya’nın kaderini değiştirdi. Çünkü Müslümanlar Karaçinlilerin dinine tâbi olacakken, Müslümanlığa tâbi olmaya başlamışlardır.[13]

Emeviler döneminde İslâmlaşma hareketleri büyük gruplar halinde değil, münferit olarak küçük topluluklar halinde gerçekleşmiştir. Türklerin İslâmiyet’i çabuk kabul etmeyişlerinin sebebi, Emevilerin uyguladıkları yanlış politikadır. Vasiliy Vladimiroviç Bartold şöyle demektedir: “Hiç şüphesiz fatihlerin hareketlerinin tek sürükleyici gücü ganimet ve şeref arzusu olup, umumiyetle hem onların hem de memleketin müdafilerinin nazarında dinin önemi azdı.”[14]

Maveraünnehir bölgesine düzenli ve etkili seferler Kuteybe b. Müslim’in Horasan’a gelişinden sonra gerçekleşmiştir (86/705). Onun döneminde Kazakistan’ın eski şehirlerinden Şaş (Taşkent) ve İsfidcab’a kadar ulaşılmış ve oralar fethedilmiştir. Yine onun döneminde Orta Asya’nın önemli şehirlerinden Buhara, Semerkand, Beykent, Talakan ve Fergana fethedilmiştir. Ondan sonraki Emevilerin Horasan valileri aynı fetih siyasetinde devam ettirmiştir. Emevilerden Ömer b. Abdülaziz döneminde (717-720) Türkistan seferleri durdurulmuştur. Ancak seferlerin durdurulmasına rağmen Ömer b. Abdülaziz dönemi kısa da bile olsa bereketli bir dönem olmuştur. Çünkü o İslâmiyet’i tebliğ amacıyla hükümdarlara çağrı mektupları göndermiştir.[15]

Bu girişimin sonucunda başta hükümdar olmak üzere on binlerce Türk-Müslüman olmuştur. Halife vergi adaletsizliğini ve İslâmı kabul edenlerden vergi alınmasını önlemeye çalışmış ve valilere yerli halka yumuşak davranmalarını emretmiştir. Ancak maalesef onun dönemi kısa sürdüğünden valiler bu karara pek uymamışlardır. Mesela Horasan valisi Eşref b. Abdullah es-Sülemi (727-729) önce İslâmlaşma kampanyasını başlatıp, başta Semerkand ve Buhara olmak üzere Aşağı Türkistan’a bir tebliğ heyeti göndererek İslâm’ı kabul edenlerin vergiden muaf tutulacağını söylemişler. Bu teşebbüs kısa zamanda neticesini vermiş ve kitleler halinde İslâmlaşma başlamıştır. Bu da verginin azalmasına neden olmuştu. Bu durumdan endişelenen Eşref, Semerkand amiline ve çevredeki vergi tahsildarlarına şu emri göndermiştir: “Daha önce kimlerden haraç alıyor idiyseniz, yine onlardan aynı miktarda almaya devam ediniz.” Abbasilerin iktidara gelmesiyle İslâm devleti bünyesinde önemli değişiklikler meydana gelmiştir, hanedan değişikliğiyle birlikte uygulanan siyaset de değişmiştir. Türk bölgelerine hücumlar azalmış ve bazen tamamen durmuştur. Müslüman olanlardan cizye alınması kaldırılmıştı. Bu dönemde Türkler askerî ve idarî hizmetlere alınmıştır. Böylece Araplarla Türkler arasında savaşlar durdurulup, yerine dostane ilişkiler başlamıştır. Türklerin arasında İslâmiyet’in yayılmasında sadece fetihler değil, ticaretin de önemli rolü olmuştur. Bir de bunun yanında tasavvufi tarikatların da yerli halkın İslâm’ı benimsemesi ve kabul etmesinde büyük ölçüde katkısı olmuştur. Bu tarikatlardan Kazakistan topraklarında meşhur olanları Yesevî, Nakşibendî ve Kübrevî tarikatları olmuştur. Kadiri tarikatının da Kazakistan’da meşhur olduğu söylenmektedir.

751 Talas Savaşı’ndan sonra Güney Kazakistan’da yaşayan Türk toplulukları, İslamiyeti yakından tanıma fırsatı buldu. Kuzey ve Doğu Kazakistan’a İslam dinini yayma görevini Müslüman tüccarlar üstlendi. Kazak bozkırlarına Arap memleketinden çok sayıda şeyh ve imam geldi. Bu şeyh ve imamlar, konar göçer bir hayat süren Kazak Türklerine ulaşıp, onlara Kuran’ı Kerimden ayetler okuyarak vaazlar vererek, şeriat kanunlarını nasihat eden dini kitaplar dağıttılar.[16]

Burada bir diğer önemli husus ise İdil (Volga) Bulgar Devleti’dir.  Hiçbir Müslüman ülkesi ile sınırları bulunmayan İdil Bulgarları, yine hiçbir şekilde Müslüman Devlet ile savaşa girmemiştir. O halde İslam’ın İdil Bulgar ülkesine kılıç ile girmediği aşikârdır. İdil Bulgarları için ticaret önemli bir geçim kaynadığıdır, bundan dolayı İslamiyet’in Bulgar ülkesine Müslüman tüccar kafileleri aracılığı ile girdiği konusunda tarihçiler hemfikirdir. İtil Bulgarlarının İslâmiyet ile tanışmaları ilk defa tüccarlar sayesinde olmuştur. Aslında bu durum gayet doğal bir durumdur, yukarıda İdil Bulgarlarının transit ticareti ellerinde bulundurduklarından bahsetmiştik, öte yandan tacirlerin mallarının yanında din ve kültürlerini de yanlarında taşımaları ilkçağdan beri artık gelenek halini almıştı. Dolayısıyla bu gelenek ortaçağda da devam ediyor ve kültürel etkileşimi sağlıyordu. Bulgarlar nitekim Arap tacirleriyle de etkileşim içindeydiler. Dönemin İran devleti olan Samanîler ile Bulgarlar arasındaki ticari ilişki İran ve Arap kaynaklarına da yansımış, dahası yapılan arkeolojik kazılarda Bulgar ülkesinde Samânî paralarına rastlanılmıştır.[17]

Almış Han’ın isteğini kabul eden Halife, başkanlığını İbn Fadlan’ın yaptığı heyeti 21 Haziran 921 yılında göndermiştir. Bağdat’tan İdil Bulgar ülkesine gitmek için en kısa yol Kafkasya üzerinden gitmektir fakat heyet Maveraünnehir ve Harezm üzerinden Bulgar ülkesine doğru yol almıştır, bu da bize İslam’ın İdil Bulgar ülkesine Maveraünnehir ve Harezm dolaylarından yayıldığını göstermektedir.[18] 12 Mayıs 922 yılında Bulgar’a varmış olan heyet, Halifenin gönderdiği mektubu dinlemeleri için beyleri, kumandanları, halkı toplamış, yine Halifenin gönderdiği eğeri Almış Han’ın atına bağlamış ve Han’a Halifenin gönderdiği siyah hilat ile sarığı giydirmişlerdir. İbn Fadlan, Halifenin mektubu okunurken herkes ayağa kalkarak dinlemesi gerektiğini söylemiştir. Seyyah, ülkeye varmadan önce hutbelerin “Allah’ım! Bulgarların hükümdarı İlteber’i ıslah et” şeklinde söylendiğini fakat kendisi “Gerçek hükümdar sadece Allah’tır” başkasının bu isim ile anılamayacağını söylemiştir.[19]

İdil-Bulgar Hanı Almış’ın 900 yılında İslam dinini kabul etmesi ve İdil Bulgarlarının 922 yılında kitler halinde İslam’ı kabul etmesi sonucu[20] devlet, dinî seviyesine yükselmiş ve bu bölgeler Abbasi Halifesi’ne bağlı bir Müslüman yurdu olmuştur. Zamanla bölge yapısı, mimarisi ve kültürü ile Türk-İslam medeniyeti açısından ehemmiyet kazanmıştır. Bu coğrafyada oluşan Türk-İslam kültürü Altın Orda Devleti’nin İslamlaşmasına önemli bir katkı sağlamıştır. Bölgede İslam kültürünün yerleşip yaygınlaşmasında önemli rol oynayan İdil-Bulgar Devleti Kiev ve diğer Rus knezlikleri ile siyasi ve ticari ilişkilerde bulunmuştur. Bölge üstünlüğü mücadelesinde çoğu zaman Bulgarlar kazançlı çıksalar da Knez Vladimir’in Hıristiyanlığı kabul edip diğer knezleri etrafında birleştirmesinden sonra durum Ruslar lehine değişmiştir. Hatta Rus yıllıklarında Bulgarlarla Ruslar arasında karşılıklı yardımlaşma ve ticaret anlaşmalarının yapıldığı da görülmektedir. Moğol istilası öncesinde bölgede etkin olan İdil-Bulgar Devleti zayıflamış ve 1219 yılında Batıya giden ticaret yollarını hareketlendirmek amacıyla Ustyug’a yapılan seferden sonra taarruz yapmayı tamamen bırakmışlardır. Bu tarihten sonra savunma durumuna geçmişlerdir.[21]

İdil-Bulgar Devleti’nin zayıflaması sonucu bölgede İslam’ın yok olma tehlikesinin karşısı denilebilir ki, Moğol istilası sayesinde alınmıştır. 1220 yılında Bulgarlara karşı artan Rus saldırıları Moğol istilası ile kesilmiştir. Bu gelişmeler sayesinde İdil-Ural bölgesinde durum İslam’ın lehine değişmiştir. Nitekim daha sonraki süreçte kurulan Altın Orda Devleti’nin İslamlaşması ileri sürdüğümüz bu düşünceyi kanıtlamaktadır.[22]

Bu yüzyıllarda İslamiyet Batı, Orta ve Kuzey Kazakistan’ın bozkırlarında hızlı bir şekilde yayıldı. Kazakistan’da İslamiyet’in yayılmasında; Buhara, Hive, Taşkent, Kokand gibi Türkistan şehirlerinden gelen Türk tüccarlar, tasavvuf ehli gönül erleri ve İdil (Volga) Tatarları’nın büyük etkisi olmuştur.[23]

İslam’ın Kazakistan’da kabul görünmesi ile Kazak şehirlerinde, kültür, ilim, ticaret ve el sanatları alanında hızlı bir gelişme ve değişme meydana geldi. Güney Kazakistan ve Yedisu (Jetisu) bölgesinde camiler, medreseler, şehirler inşa edilmeye başlandı. Kazakistan’da ilk cami ve medreseler Otrar, Türkistan, Sayram, Taraz şehirlerinde inşa edildi. Cami ve medreseler İslam’ın ruhuna uygun olarak bu şehirleri manevi bir ilim merkezlerine dönüştürdü. Altın Orda hükümdarı Abilhayır Han (Özbek Han) döneminde İslam dini memleketin resmi dini olarak kabul edildi. İslam dininin Kazak coğrafyasında yayılması ve yaygınlaşması için Altın Orda Devleti büyük bir çaba harcadı.[24]

XII. yüzyıla geldiğimizde ise Güney Kazakistan’da kurulan Yesevî ve Nakşibendîlik tarikatları bölgede İslamiyet’in yayılmasında etkili olduğunu görmekteyiz. Fakat Türkler, Müslümanlığa geçtikten sonra da eski “gök tanrı” dinlerin bazı unsurlarını yaşatmışlardır. Bunun etkileri XII. yüzyılda, Güney Kazakistan’da kurulan ve bölgede İslamiyet’in yayılmasında büyük rol oynayan Yesevî tarikatında da görülür. Yerel halkın “Hazret sultan” dedikleri Hoca Ahmed Yesevî (1103-1166) Kazakistan’ın güneyindeki Yesse (bugünkü Türkistan) kentinde kendi tarikatını kurarken; Türklerin İslamiyet’ten önceki geleneklerini tamamen reddetmemiş, onlardan birçok unsuru benimseyerek devam ettirmiştir. Halkın anlayacağı sade bir dille yazdığı “Hikmetler”de göçebe Türkler için eski dinleri bakımından çok anlamlı olan “Tenri” kelimesini “Allah” kelimesi ile birlikte çok sık kullanmıştır.[25]

Yesevî tarikatının dervişleri, dini ayinlerde veya namazdan sonra cemaate dağıtılan “halim” adlı aşın hazırlanması gibi etkinliklerde de hep göçebe Türk geleneklerinden yararlanmışlardır. Bununla birlikte Kazakistan’da göçebe kazaklar arasında eski inanışların İslami anlayış üzerinde etkisi devam ederken, yerleşik hayata geçmiş olan Kazaklarda eski inanışların etkisi giderek azalmıştır.[26]

Burada göz önünde bulundurması gereken bir diğer husus, İslamiyet’in Kazakistan’da yayılması sürecinde Nakşibendî tarikatı ve onun kollarının etkisidir. Nakşibendî tarikatının Doğu Türkistan’da kurulan Aktağlık, Karatağlık cemaatleri bu sahada hizmet vermiştir. Bilhassa, Hoca İshak Veli (ö. 1598) önderliğinde kurulan Karatağlık cemaatine mensup din adamları Kazak bozkırlarında İslamiyet’in güçlenmesi için uzun yıllar çaba ve gayret göstermişlerdir. Bu iki Sûfi tarikatının özellikle Kazakistan’ın güney kentlerinde yaşayan Kazak halkı arasında İslam dininin kabulü ve yayılmasında ciddi etkileri olmuştur.[27]

Kazak hanları, sultanları ve aristokratları genel olarak dindar olarak bilinirler. Öyle ki hanlardan pek çoğu yönetimlerin de İslam kurallarını uygulama çabası içinde olmuşlardır. Örneğin; XVII. yüzyılın sonunda; Tevke Han’ın “Ceti Carıgı” (Yedi Emir)[28] ya da kendi adıyla anılan yasaların hazırlanışında şeriat kurallarını esas aldığı bilinmektedir. Bütün bu gelişmelere ve çabalara rağmen Kazakistan halkı arasında özellikle göçebe hayatı yaşayanlarda “Şamanizm” ve “animizm” inançlarının yaşatıldığı da söylenebilir. Bu bağlamda Müslüman Kazaklar arasında yeri “cer ana” (yer ana); suyu “su ana”; ve ateşi “ot ana” (od ana) olarak kutsal bilme; ataların ruhlarını da kutsal sayma inanç ve gelenekleri hala yaşatılmaktadır. Örneğin; Atalarının ruhları daha mutlu, sağlıklı ve varlıklı olsun inancıyla adaklar adayıp; kurbanlar kesip, ayinler yapılması; “as” denilen “yuğ” ayinleri günümüzde de yapılmaktadır.[29]

Yukarıdaki bilgiler çerçevesinde Kazakistan’daki dini anlayış ve yaşayışlarda yerleşim alanlarına göre farklılıkların olduğunu söylemek mümkündür. Göçebe hayatı yaşayan Kazak Türklerinde eski Türk inançlarının etkilerini taşıyan bir İslam anlayışı hâkim iken, yerleşik hayata geçmiş olan Kazaklarda Nakşibendî tarikatının da etkisiyle tasavvufî İslam anlayışının daha canlı, daha etkili olduğu söylenebilir.

 

İslâm Dinini Kabul Ettikten Sonra Kazaklarda Meydana Gelen Değişiklikler

Biz burada önce Kazakların İslâm Dinini ne derecede kabul ettiklerini belirtmek istiyoruz.

Arap tacir ve seyyah Abdu’l-Kasım Muhammed İbn Havkal’in naklettiğine göre X. asırda Sütkent’te (Seyhun’un sol kenarında olan bu şehir) bir cami vardı ve oraya İslâm’ı kabul eden Karluk ve Guz kavimlerinden Türkler gelirdi… Farab, Kendcid ve Şaş (Taşkent) arasında yaylalar vardı ki, orada İslâm’ı kabul eden bin civarında Türk aileleri oturuyordu.[30] İbn Havkal’ın bahsettiği bu yerler Kazakistan’ın eski şehirleridir. XI. asırda yaşamış olan Yusuf Has Hacib Balasaguni, Kutadgu Bilig adlı meşhur eserini Kazakistan’ın eski şehri Balasagun’da yazmıştır.[31] İslâm âlimlerinden Ahmed Yesevî (XII. yüzyıl) ise Kazakistan’ın Türkistan şehrinde, eski adıyla Yesi/Yassı şehrinde yaşamış ve talebelerini o şehirde yetiştirmiş ve sonradan kitap haline getirilen Divan-ı Hikmet’i orada yazmıştır.[32]

XIII. asırda başlamış olan Moğol istilasından dolayı bozkırda İslâmiyet’in yayılması yavaşlamış, ancak buralara gelen Moğollar sonradan dillerini ve dinlerini kaybetmiş ve Müslüman Türklerin etkisinde kalarak Türkleşmiş ve İslâm Dini’ni kabul etmişlerdir. Bununla birlikte zaman geçtikçe İslâm Dini bozkırda hakimiyetini hissettirmeye başlamış ve XV. asırda tek hakim din haline gelmiştir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Kazakistan’da İslâm Dini’nin yayılmasında yerli tüccarların Orta Asya ve Doğu ülkelerine alışveriş için gidip, oralarda İslâm Dini’ni öğrenmesi, İslâm ülkelerinden tebliğcilerin/davetçilerin gelmesi ve Yesevî ve Nakşibendî tarikatları etkili olmuştur.[33

I. asırda Kazak Hanlığı’nın kurulmasıyla, Kazak bozkırlarında İslam dininin yayılması daha da ilerlemiştir. Kazak hanlığı kurulduğunda, artık halkın hepsi Müslüman’dı. Her ne kadar halk arasında eski âdet ve örflerin bazı unsurları korunmuşsa da halk kendisini Müslüman olarak kabul ediyordu. Kazak hanları İslam dinine destek olup, onun toplumda özgür ve rahat bir şekilde yayılmasına bizzat gayret göstermişler, mescid ve medreseler açmaya başlamışlardır. Kazaklar, hanlar ve sultanlarıyla birlikte, günlük hayatlarında İslam’ın hükümlerine büyük bir titizlikle dikkat ediyorlardı. Kur’an okuyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, hacca gidiyor, içki içmiyor, çocuklarını dinî mekteplere gönderiyor ve nikâhsız evlenmiyorlardı. Temiz olmayanı ve kendiliğinden ölen hayvanları yemiyorlardı.[34] Arkeolojik verilere göre XIV-XV. yüzyıllarda Kazakların, ölüleri İslâmî usûllere göre defnettikleri anlaşılmaktadır.[35]

İslâmiyet’i atalarının dini olarak kabul ettiklerini yazıyorlar. Mesela Kazakistan’ı gezen Alman ilim adamı Peter Simon Pallas 1773’te şunları yazmıştır: “Kazaklar, Müslüman’dırlar. Onların dedikleirne göre onlar ta eskilerde bu dini kabul etmişlerdir. Bu yüzden onlar masrafını karşılayabildiği kadar çok kadınla evlenebilirler. Başlık parası ise çok büyüktür. İslâm Dini’nden dolayı kadınları dışarıda görmek pek mümkün değil. Zenginler her hanımı için ayrı çadır kuruyor. Onlar (Kazaklar) kendi dinlerinde titizdirler. Ancak din hocalarının azlığından dolayı dinlerini pekiyi bilmiyorlar. Günlük hayatlarında İslâm’ın prensiplerine dikkat ediyorlar. Temiz olmayanı ve ölen hayvanın etini yemiyorlar. XVIII. asırda Kazakistan’ı gezen seyyahların dediklerine göre Kazaklar zekat veriyorlar, oruç tutyorlar ve Ramazan ve Kurban bayramlarını kutluyorlar. Çocuklarına sünnet düğünü yapıyorlardı.[36]

SONUÇ

Türklerin İslâmiyet’e giriş süreci, 751 yılında Çinlilere karşı kazanılan savaş sonrası hızlanmış, İslâmiyet, X.-XI. yüzyılda Orta Asya’daki Türklerin asıl vatanı olan Buhara, Şaş, Semerkand, Harezm, Otrar topraklarına yayılıp Türk dünyasında güçlenmeye başlamıştır.

Talas Savaşı’ndan sonra Güney Kazakistan’da yaşayan Türk toplulukları, İslâmiyet’i yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Kuzey ve Doğu Kazakistan’a İslâm dinini yayma görevini Müslüman tüccarlar üstlenmiştir. Kazak bozkırlarına Arap memleketinden çok sayıda şeyh ve din görevlisi gelmiştir. Bu şeyhler ve din görevlileri, konar göçer bir hayat süren Kazak Türklerine ulaşıp, onlara Kuran’ı Kerimden ayetler okuyarak, vaazlar vererek, şeriat hükümlerini öğreten dinî kitaplar dağıttılar.

İdil-Bulgar Hanı Almış’ın 900 yılında İslam dinini kabul etmesi ve İdil Bulgarlarının 922 yılında kitler halinde İslam’ı kabul etmesi sonucu devlet, dinî seviyesine yükselmiş ve bu bölgeler Abbasi Halifesi’ne bağlı bir Müslüman yurdu olmuştur. Zamanla bölge yapısı, mimarisi ve kültürü ile Türk-İslam medeniyeti açısından ehemmiyet kazanmıştır. Bu coğrafyada oluşan Türk-İslam kültürü Altın Orda Devleti’nin İslamlaşmasına önemli bir katkı sağlamıştır.

İslâmiyet’in Kazakistan’da kabul görünmesi ile Kazak şehirlerinde, kültür, ilim, ticaret ve el sanatları alanında hızlı bir gelişme ve değişme meydana geldi. Güney Kazakistan ve Yedisu (Jetisu) bölgesinde camiler, medreseler, şehirler inşa edilmeye başlandı. Kazakistan’da ilk cami ve medreseler Otrar, Türkistan, Sayram, Taraz şehirlerinde inşa edildi. Cami ve medreseler İslâm’ın ruhuna uygun olarak bu şehirleri manevi bir ilim merkezlerine dönüştürdü. Altın Orda hükümdarı Abulhayır Han (Özbek Han) döneminde İslâm dini memleketin resmi dini olarak kabul edilmiştir. İslâm dininin Kazak coğrafyasında yayılması ve yaygınlaşması için Altın Orda Devleti büyük bir çaba harcamıştır.

 

BİBLİYOGRAFYA

Adilbeyava, Şamsat, “Kazakistan Toplumunun Dini Hayatında Hadis ve Sünnetin Rolü”, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi SBE., Ankara 2002.

Asılbekov, M. H., Kazakistan Tarihi, c. II, Almatı 1998.

Aknazarov, K. Z., Kazakistandagı İslam Dinin Taralu Erekçelikteri, Kazak Bilim Baspası, Almatı 1986.

Bartold, Vasiliy Vladimiroviç, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (haz. Hakkı Dursun Yıldız), TTK YAY., Ankara 1990.

Basilov, V. N. – Karmışeva, C. H., İslam u Kazaxov, Moskova 1997.

Bekmahanova, N. – Zafirova, A., Kazak Tarihının Materyaldarı, Almatı 1992.

Beysenov, Bagdat Kabıldaevich, Kazak Oyçıldarı Din Turalı, Almatı 2012.

Bulutay, Murtaza, Din cane Ult, Arıs Baspası, Almatı 2006.

Eraslan, Kemal, “Ahmed Yesevî”, DİA., c. II, TDV Yay., İstanbul 1989.

———————–, “Divan-ı Hikmet”, DİA., c. IX, TDV. Yay., İstanbul 1994.

Grousset, Rene, İmperiya Stepey, Almatı 2006.

Kesici, Kayyum, Dün Bugün ve Hedefteki Kazakistan, IQ Kültür-Sanat Yay.,İstanbul 2003.

Klyashtorny, Sergey G. – Sultanov, T. İ., Kazakistan Türk’ün Üç Bin Yılı, (çev. D. Ahsen Batur), Selenge Yay., İstanbul 2013.

Koç, Dinçer, “Rus Kaynaklarına Göre İlk Müslüman Türk Devleti: İtil Bulgar Devleti”, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE., İstanbul 2010,

Korkmaz, Telli, “Altın Orda Devleti’nin İslamlaşmasında Bilinmeyen Bir Şahsiyet: Ebu Bekir Kalender Aksarayi ve “Kalendername” Adlı Eseri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, c. 5, sayı: 16, ss. 205-219.

Mincan, Nigmet, Kazakların Kısaca Tarihi, Almaatı 1994.

Mustafina, R., “Kazakistan’da İslâmiyet’in Rolü”, Kazakistan Tarihi (Makaleler), TTK Yay., Ankara 2007.

Palas, Peter Simon, “Puteshestviye po Raznym Provintsiyam Rossiyskoy İmperii”, Proşloe Kazakstana v İstoçnikah Materialah, (haz. S. D. Asfendiyarov – P. A. Kunte), Moskova, 1935.

Saray, Mehmet, “Kazakistan”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, c. XXV, TDV. Yay., İstanbul 2002.

Şeker, Mehmet – Yılmaz, Necdet, Ahmed Yesevî Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Tesirleri, Seha Neşriyat Yay, İstanbul 1996.

Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Yay., İstanbul 1970.

Topsakal, İlyas, İdil Bulgarları ve İslamiyet, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2019

 

DİPNOTLAR:

[1] Nigmet Mincan, Kazakların Kısaca Tarihi, Almaatı 1994, s. 19.

[2] Mincan, a.g.e., s. 19.

[3] Abay (lbrahim Kunanbayulı), Eki Tomdık Şıgarmalar Jiynağı (Bütün Eserleri 2 Cilt), Almatı 1991, c. I, s. 18.

[4] Canuzakov, T, “Kazak Degen Söz Kaydan Sıkkan”, Culdız, sayı 3, 1983, s. 193.

[5] Abdurrahmanov, Abdildabekova, İstoriya Kazahstana, Almatı 1994, s. 21 vd.

[6] Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Yay., 1970, s. 23 vd.

[7] M. H. Asılbekov, Kazakistan Tarihi, Almatı 1998, c. 2, s. 216.

[8] Komisyon, Kazakistan Tarihi SSR, Almatı1980, c. II, s. 243.

[9] Mehmet Saray, “Kazakistan”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, c. XXV, TDV. Yay., İstanbul 2002, s. 121 vd.

[10] Saray, a.g.e., s. 122.

[11] Togan, a.g.e., s. 27.

[12] R. Mustafina, “Kazakistan’da İslâmiyet’in Rolü”, Kazakistan Tarihi (Makaleler), TTK Yay., Ankara 2007, s. 85.

[13] Rene Grousset, İmperiya Stepey, Almatı 2006, s. 7.

[14] Vasiliy Vladimiroviç Bartold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (haz. Hakkı Dursun Yıldız), TTK. Yay., Ankara 1990, s. 197.

[15] Şamsat Adilibeyava, “Kazakistan Toplumunun Dini Hayatında Hadis ve Sünnetin Rolü”, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi SBE., Ankara 2002, s. 51.

[16] K. Z. Aknazarov, Kazakistandagı İslam Dinin Taralu Erekşelikteri, Kazak Bilim Baspası, Almatı 1986. s.11.

[17] Dinçer Koç,  “Rus Kaynaklarına Göre İlk Müslüman Türk Devleti: İtil Bulgar Devleti”, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE., İstanbul 2010, s. 86.

[18] Yazıcı, a.g.m., s. 722.

[19] İbn Fadlan, a.g.e., s. 21.

[20] İlyas Topsakal, İdil Bulgarları ve İslamiyet, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2019, s. 86.

[21] Koç, a.g. Doktora Tezi, s. 130 vd.

[22] Telli Korkmaz, “Altın Orda Devleti’nin İslamlaşmasında Bilinmeyen Bir Şahsiyet: Ebu Bekir Kalender Aksarayi ve “Kalendername” Adlı Eseri”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, c. sayı: 16, s. 209.

[23] R. Mustafina, a.g.m., s. 85.

[24] Bagdat Kabıldaeviç Beysenov, Kazak Oyşıldarı Din Turalı, Almatı 2012, s. 58.

[25] Günümüze kadar Kazaklar “Allah” sözünün yerine “Tenri” ve “Kuday” kelimesini kullanmaktaydı. Ancak Türkiye’de veya başka devletlerde ilahiyat okuyarak Kazakistan’a dönenler vaazlarında ve yazdıkları kitaplarda “Allah” lafzını kullanarak, Allah kelimesinin yaygınlaşmasını sağlamışlardır.

[26] Kemal Eraslan, “Ahmed Yesevî”, DİA., c. II, İstanbul1989, s. 161; Geniş bilgi için bkz. Mehmet Şeker-Necdet Yılmaz, Ahmed Yesevî Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Tesirleri, Seha Neşriyat Yay, İstanbul1996, s. 467, 485.

[27] Hamid Algar, “Nakşibendiyye”, DİA, c. XXXII, İstanbul 2006, s.337; Geniş bilgi için bkz. Hamid Algar, Nakşibendîlik, İnsan Yay, İstanbul2007.

[28]  Sergey G. Klyashtorny – T. İ. Sultanov, Kazakistan Türk’ün Üç Bin Yılı, (çev. D. Ahsen Batur), Selenge Yay., İstanbul 2013, s. 319.

[29] Kayyum Kesici, Dün Bugün ve Hedefteki Kazakistan, IQ Kültür Sanat Yay., İstanbul 2003, s.25.

[30] V.N. Basilov – C.H. Karmışeva, İslam u Kazahov, Moskova 1997, s. 6.

[31] Komisyon, “Kutadgu Bilig”, DİA., c. XXVI, İstanbul 2002, s. 478 vd.

[32] Kemal Eraslan, “Divan-ı Hikmet”, DİA., c. IX, İstanbul 1994, s. 429.

[33] N. Bekmahanova – A. Zafirova, Kazak Tarihının Materyaldarı, Almatı 1992, s. 332.

[34] Adilibeyava, a.g. Doktora Tezi, s. 54.

[35] Halel Dosmuhammedoğlu, Tandamalı, Almatı 1998, s. 68.

[36] Peter Simon Pallas, “Puteşestviye po Raznym Provintsiyam Rossiyskoy İmperii”, Proşloe Kazakstana v İstoçnikah i Materialah, (haz. S. D. Asfendiyarov – P. A. Kunte), Moskova, 1935, s. 197.

Alakalı