RUS PAPAZI PETR POZDNEYEV’İN “DERVİŞİ V MUSULMANSKOM MİRE / İSLÂM DÜNYASINDA DERVİŞLER” ADLI KİTABINDA TÜRKİSTAN DERVİŞLERİNİN YAŞAM TARZI, GİYİM-KUŞAMI VE TÖRENLERİYLE İLGİLİ BİLGİLER

*Saida DARİYEVA (Uludağ Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Bilim Dalı Doktora Öğrencisi) 

 

Özet

Bu makalede, P. Pozdneyev’in “Dervişi v Musulmanskom Mire / İslam Dünyasında Dervişler” eserindeki bilgiler ışığında Türkistan dervişlerinin günlük ve özel törenlerde giydikleri giyim-kuşamları, baş giysileri ve ayakkabılarıyla ilgili bölümleri incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Türkistan, Tasavvuf, Derviş,  Günlük Hayat, Giyim Kuşam.

Abstract

In this article, under the light of the information mentioned in dervishes in Dervişi v Musulmanskom Mire / Islamic World   of P. Pozdneyev it will be examined about the styles of clothes they wear casually and in ceremonies, head dress and shoes.

Keywords: Turkhistan, Sufism, Dervish, Everyday Life, Clothes.

 

Giriş

Türkistan dervişlerinin giyim kuşamları, günlük hayatları ve düzenledikleri törenlerle ilgili kapsamlı ve günümüzde bile değerini kaybetmeyen “Dervişi v Musulmanskom Mire: istoriya, uçeniye, povsednevnaya jizn” (Müslüman dünyasında dervişler: tarih, öğreti, günlük hayat) adlı eserin yazarı Petr Alekseyeviç Pozdneyev (1853-1934 )’dir. Oryantalizm dünyasında, özellikle tasavvufî araştırmalar yapan akademik çevrelerde o bizzat Türkistan dervişlerini yakından gören ve yaşamlarına şahit olan araştırmacı ve yazar olarak ün kazanmıştı. “Müslüman dünyasındaki dervişler” eseri aslında onun Orenburg Yüksek Din Okulundan yazdığı yüksek lisans teziydi, ilerleyen dönemlerde Pozdneyev onu Türkistan’da dervişlerle ilgili yaptığı araştırmalarını bir kitap haline getirmiştir. O dönemdeki Hristiyan bakışı ve yaptıkları araştırmaları anlayabilmek için kitabı incelemek önem arzetmektedir. Eser bir Hıristiyan papazı tarafından yazılmıştır. Makalede alıntılar yaptığımız bölümler yazarın kendi ifadelerinden alınmıştır. Yazarın bir Rus papazı olamsı sebebiyle müslümanlara ait kavramları eksik ve yanlış ifade etmesi söz konusudur.

***

Eserin “Odejda Dervişey (Dervişlerin kıyafetleri)” adlı bölümü şu sözlerle başlar: “Dervişlere göre, tarikatların arasındaki farklar ilk önce kıyafetlerde ortaya çıkar.” Onlara göre, dervişler öncelikle sarıkları, sonra üst kıyafetleri (hırka)’nin şekli, rengi ve hatta hırkalarının üretildiği kumaşla ayırt edilirler. Fakat Batılı araştırmacılara göre dervişlerin kıyafete bu kadar önem vermeleri her zaman anlaşılması zor bir konuydu, hatta dervişlik fenomeninin ünlü araştırmacısı, İngiliz müsteşriki John Brown (1814-1872) bile yaklaşık yirmi sene dervişleri incelemiş olmasına rağmen, konuyla ilgili net bir fikir söyleyememiştir.[1]

Pozdneyev, Brown’un sözlerini aktararak şöyle söyler: “Bazı dervişler çok özel şapkalar ve yahut sarıklar giyerler, bu sarıklar terk (bırakılmış) anlamına gelen parçalardan ibarettir. Örneğin, Bektaşîlerde terkler ya beşli ya yedili, Nakşîlerde ise on sekizli olur. Bazen bu baş kıyafetlerinde tasavvufî anlam içeren şiirler, Kuran-ı Kerimden ayetler yazılır. Genellikle bu sarıklar siyah, beyaz ya da yeşil, bazen ise sarı renklerde olur.” [2] Pozdneyev ayrıca dervişlerinin giydikleri hırkalara çok önem verdiklerini, özellikle şeyhlerinden kalma kıyafetlerin mucizevî güce sahip olduğunu da vurgulamaktadır.

     1.Tarikatların Bayrakları: Taçlar, Güller, Terkler Ve Türbenler

Her tarikatın başta gelen ayrıcalıklarından biri onun taşıdığı bayrağıdır. Örneğin, Rifâî’lerde bayrağın rengi siyah, Kadirîlerde beyaz, Bektaşî ve Nakşîlerde ise yeşildir. Renklerin çok çeşitli olmasının nedeni bilinmemektedir fakat kesin olarak sadece onların kökeninin tarikat pirlerine dayanmakta olduğunu söyleyebilirim.[3]

Tüm dervişleri genel ismi taç ya da kulakçin olan şapka giyerler, her tarikatta onlar şekil ve renk açısından değişmektedir. Türkistan Nakşîlerinin şapkalarının her tarafına elif harfi ya çizilerek ya da siyah iple dikilidir ve anlattıklarına göre bu harf Allah’ı sembolize etmektedir.

Elifle beraber çoğu zaman kelime-i şahadet yazısını da görmek mümkündür. Başlığın kenarlarına ise koyun derisinden parçalar dikilidir. Kalenderlerin bizzat anlattıklarına göre, böyle bir baş giysisini giyen derviş hiçbir yana bakmadan, dünyadan masivadan uzak bir halde sadece Allah’ı düşünmelidir.

Bu başlığı yani tacı, şeyh-mürit fark etmezsizin tüm dervişler giyerler. Onların kumaşı ve terklerinin miktarına bakılarak kim olduğunu anlamak mümkündür. Türkistan dervişlerinin arasında yaygın olan bir efsaneye göre, onların tacını bizzat Hz.Cebrail, Hz.Muhammed’e sunmuştur, o da bu tacı dörde ayırmış ve dört halifeye paylaşmıştır. Sonra ise tekrar bu parçaları birleştirip dikmiş ve artık dervişlik yoluna girmek isteyen herkesin böyle bir taç giymesi gerektiğini söylemiştir.

Rifâî tarikatına ve ona yakın başka kollara üye dervişler kulaklarına Farsça mengüşe dedikleri küpe takarlar, onlar ya tek, ya da çift olur. Tekli küpeyi Hasani, çiftliyi ise Hüseyni diyorlar. Bektaşîler ise küpenin yerine metüştaşi dedikleri özel bir taş takarlar, o hilal şeklindedir. Bu taşın diğer bir adı “teslimiyet taşıdır”. Fakat benim bizzat gördüğüm Türkistan dervişleri küpe dışında herhangi bir koyla, yüzük vs. takı takmıyorlar.[4

       2.Hırkalar

Dervişlerde yaygın olan efsaneye göre, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) kendisi de bir çeşit hırka giymeyi adet tutunmuştu. Tüm dervişlerde ona taklit ederek hırkayı esas üst giyimi olarak kabul etmişlerdir. Arap ve Osmanlı topraklarında bu kıyafete hırka, Türkistan’da ise cinde derler. Pozdneyev hırkanın kökeniyle ilgili John Brown’dan şu rivayeti getirmektedir: “Söylediklerine göre, Hz. Peygamberin Üveys adında çok sevdiği bir dostu vardı ve peygamber her zaman giydiği hırkasını ona hediye etmişti. Bu hırka kaba yünden dikilmişti, uzun kollu ve yuvarlak yakalı sade basit bir kıyafetti. Hâlâ bu hırka Üveys soyundan gelenlerin elindedir ve kutsal bir yadigâr olarak göz bebeği gibi korunmaktadır.”[5] Üveys torunlarından biri hâlâ bu hırka-i şerifin koruyucusu olarak İstanbul’da yaşamaktadır. Türkistan’daki Nakşî dervişleri adı geçen hırkanın yeşil(?) olduğundan dolayı aynı renkteki, pamuk ya da ucuz yünden dikilen hırka giyerler, çoğu zaman bu hırkanın üzerine Allah’ın tek olduğu anlamındaki elif harfi basılıdır.

Hırkalar konusunda söylenmesi gereken bir husus da şudur, zikir meclisleri ve diğer dini-mistik törenler esnasında dervişler bu kıyafetlerini çıkarırlar ve çoğu tarikatta Haydari olarak adlandırılan özel bir elbise giyerler.  Haydari’ye hırkaya verdikleri kadar önem vermezler, o kolsuzdur ve birkaç parça kumaştan dikilir. Örneğin, Türkistan ve İran’daki Bektaşîler ve Şii meşrepli başka tarikatlarda on iki imamı sembolize eden çeşitli renkli on iki parça kumaştan dikilir.  Yünlü hırkalar her derviş için kendisinin müritliğe kabul edildiği anda kurban kestiği koyunun derisinden dikilir. Bu hırkanın üzerine muhakkak özel bir kemer bağlarlar. Kemerin ortasına ise Türkistanlı dervişler sangi kanaat (kanaat taşı) dedikleri özel bir taş koyarlar.

Bölgedeki dervişler ve kalenderler yine kemerle beraber saylı ya da çiltar dedikleri, kırk tane uzun ipten örülmüş bir çeşit kemer de bağlarlar. Büyük ihtimalle Bektaşîlerden gelen rivayete göre, Hz. Ali’nin hizmetkârı Kamber, efendisinin atını böyle bir iple ağaca bağlardı.[6]

Çiltar’da üç tane büyük düğüm vardır ve onların adları şöyledir:

1) Elbağı-hırsızlık yapma;

2) Dilbağı-yalan söyleme;

3) Belbağı-haram ameller işleme.

      3.Gezen (Seyyah) Dervişlerin Kıyafetleri

Yukarıda anlatılan kıyafetler belli bölgelerde sürekli yaşayan dervişlere aittir fakat gezen ya da seyyah dervişler ve kalenderler istedikleri gibi giyinirler. Özellikle abdallar, meczuplar, kendi tarikatlarından kovulanlar, Afganistan’la Hindistan’dan gelen ve Hint fakirleri ya da yogları olarak tanınan dervişler çoğu zaman herhangi bir tarikata mensup değillerdir ve özel hırka vs. giymek gibi yükümlülükleri de yoktur.

Pozdneyev ünlü Macar seyyahı ve oryantalisti- Orta Asya’ya birkaç kez ajanlık misyonuyla gelmiş olan Vamberi Arminiy (1832-1913)’in verdiği bilgilere dayanarak böyle dervişlerle karşılaşan bir Avrupalının şok yaşayabileceğini yazmaktadır: Bu dervişlerin bazıları ya tamamen çıplak gezerler, ya da üzerlerinde Mısır’da dilk denilen, her renkteki kumaş parçalarından dikilen uzun bir hırkaya benzer kıyafet giyerler, ellerinde ise yine çeşit çeşit parça kumaşların bağladıkları ahşap asa tutarlar. Afgan ve Hint kökenli seyyah dervişler ise sadece omuzlarında atkı olarak kullandıkları kaplan ya da sırtlan derisinden başka bir giyecek kullanmazlar. Bununla beraber neredeyse tümü yanlarında bazı aksesuarlar taşırlar: Hayvan kemiği ya da ahşaptan üretilen tarak, hilal resmi çizilen kısa bir asa ve sadaka toplamak için keşkül denilen kâse. Türkistan’da bu kâseye kaçkül derler.

Türkistan ve Horasan bölgesindeki neredeyse tüm dervişler ve kalenderler sakal ve bıyık uzatırlar. Hz. Muhammedin sünneti diye uzun saç bırakırlar, bazılarında saçları omuzlarına kadardır, diğerleri ise saçlarını yuvarlak şekilde toplarlar ve bu şekil, anlattıklarına göre Hu (O) kelimesini sembolize etmektedir. Böyle uzun saçlı dervişler toplum arasında saçlı lakabıyla bilinmektedirler.[7]

Tasavvuf tarihinde dervişler uzun bir müddet şeriat sıcak bakmadığı için kendi törenlerinde musiki aletlerinden istifade etmekten kaçınmışlardır fakat sonradan, tasavvuf öğretisinin mistik ruhunun buna oldukça eğilimli olması sebebiyle artık onların törenlerinde müzik kaçınılmaz bir hale gelmiştir.  Bununla birlikte şeriat ehlinin gözüne batmamak için bu yenilik için Hz. Muhammed’den önce geçen peygamberlerden, örneğin Hz. Davut’tan misal getirmeye başladılar. Pozdneyev bu noktada Türkiye’deki Mevlevîlerin meclislerinde duyduğu ilahiler ve sema raksını estetik açıdan yüksek derecede değerlendirirken, Türkistan topraklarındaki dervişlerin düzenledikleri zikir meclislerden “hiç müzik aleti kullanmayı bilmiyorlar, sesleri de insanı ürkütücü” diye aşağılayıcı ifadelerle bahseder.[8]

Türkistan dervişleri hem zikir meclislerinde, hem de müritliğe kabul etme ve suç işleyen dervişleri cezalandırma konusunda bazı müzik aletlerinden ve özel eşyalardan istifade etmişlerdir.  Buhara, Taşkent, Fergana ve Namangan illerinin bazı köylerinde Abdülkadir Gilanî geleneğini devam ettiren dervişler vardır ve onlar törenlerinde def kullanırlar. Bizzat bana anlattıklarına göre, ilk başta şeyh Gilanî kendi müritlerine zikir esnasında ritmi tutabilmek ve yanlış hareket etmemek amacıyla bu enstrümandan istifade etmeye izin vermiştir. Onlar 1170 yılından itibaren def çalmayı kendi zikir meclislerinin ve törenlerinin vazgeçilmesi haline getirdiler ve başka tarikatlar da zamanla onlardan bunu öğrendiler. Bir müddet sonra İran ve Afganistan, Osmanlı’daki Mevleviler davulla beraber ney de kullanmaya başladılar. Fakat Türkistan’da bizzat gördüğüm Nakşî dervişleri ve Hint fakirleri def pek kullanmazlar, onun sesini dini bayramlarda ve özellikle Ramazan gecelerinde dinlemek mümkündür.[9]

Pozdneyev ve Brown ayrıca, Türkistan dervişlerinin Mevlevî dervişlerinin müzik alanındaki yeteneklerini yüksek derecede değerlendiklerini, özel törenlere ve saygın şahısların hazır olduğu zikir meclislerine onları davet etmekten şeref duyduklarını kaydetmektedir.[10]

     4.Dervişlerin Törenleri Hakkında Bazı Bilgiler

Tüm İslam âleminde dervişlik yoluna girmek müritliğe kabul töreniyle başlar. Tasavvuf hayatına başlamak isteyen her aday ilk başta ağır bir psikolojik sınavdan geçer. Her gün ve her gece hissettiği ruh halini, gördüğü rüyalarını mürşidine anlatmalıdır ve atacağı her adımda elbet ondan izin ve fikir istemelidir.  O sürekli olarak katılmak istediği tarikatının tekkesinde veya misafirhanesinde bulunmak ve dervişlerin riyazet diye adlandırdıkları ağır bir yoldan geçmek zorundadırlar. Örnek olarak riyazetle ilgili şunları anlatabiliriz: mürit hem tekke sâkinlerine, hem de dışarıdan gelen misafirlere ve ziyaretçilere hizmet etmelidir. Müritler tekke avlusunu süpürürler, aşçıya yardım ederler, pazardan meyve-sebze getirirler, hamam ve bu tür yerleri temizlerler, tekkeye getirilen hayvan etlerini parçalarlar ve kemiğinden dilenciler ve yetimler için çorba pişirirler. Şunu da ayrıca söylemeliyiz ki, böyle bir sınavdan herkes geçemez, sebebi, mürit adaylarının içinde zengin aile çocukları da vardır ki, onlar hayatlarında ayakkabılarını bile kendileri temizlememişlerdir.

Adaylar ancak bu sınavlardan başarıyla geçtikten sonra gerçek dervişliğe kabul edilirler. Türkistan Nakşîlerinde bu törene “telkin” derler. Nakşîlerde bu tören genellikle gündüz saatlerinde, Çarşamba ya da Perşembe-Cuma günleri gerçekleştirilir. Fakat Bektaşîler bunu gece yaparlar. Derviş adayı tekkeye ya da törenin yapılacağı herhangi bir mekâna kurbanlık koyun ya da keçi getirmelidir. Brown, Buhara’daki Nakşî bir tarikatta müritliğe kabul törenini müridin dilinden şöyle anlatmaktadır: “Tekkedeki herkesin baba dediği ve tarikat şeyhine çok yakın olan bir dervişe dışarıdan gelen adaylardan biri kendisinin onlara katılmak istediğimi söyledim. Bir müddet riyazet hayatı yaşadıktan sonra şeyh yanına çağırdı ve ayrı bir odada iki rekat namaz kılıp, yüz kere istiğfar getirmemi ve Hz. Peygambere yüz kere salavat söylememi buyurdu. Bunları eda ettikten sonra ise aynı odada uyumamı ve gece göreceğim rüyayı sabah kendisine anlatmamı söyledi. Şeyhin sözlerine uydum ve o odada uyudum, rüyamda ise tekkede bulunan tüm dervişlerin buraya geldiklerini ve bir halka oluşturup, zikir meclisine başladıklarını gördüm.  Zikir bitti ve dervişler arraki dedikleri bir çeşit kaşe başlığı bir kişinin başına giydirip onu şeyhin yanına getirdiler. Birazdan aynı başlıktan bana da verdiler ve şeyhin yanına götürmek istediler. Rüyadan uyanınca hepsini şeyhe anlattım o da bana bir tane arraki getirmelerini söyledi ve onu bana giydirdi. Artık gerçekten de ilahi iradeyle derviş olacağımı söyledi. Orada hazır olan tüm dervişler hep beraber tekbir getirdiler. Tekbirden sonra şeyh elime Evrad-ı Nakşibend’in listesini verdi ve onu her gece okumamı emretti. Ben her gece şeyhin bana emrettiklerinin yanı sıra hep elimde tesbih taşıdım, dua ve zikirle meşgul oldum. Böylece tam beş sene geçti ve sonunda şeyh bana beyat verdi, yani sağ elinin iki parmağıyla elimi tuttu ve artık tarikatın gerçek bir üyesi olduğumu herkesin önünde söyledi.”[11]

Pozdneyev yine bazı dervişlerin kendilerinde olağanüstü yeteneklerin var olduğuna inandıklarını, bunun ispatı olarak toplumun gözü önünde bazı gösteriler sergilediklerini de anlatıyor. Örneğin, Semerkant’taki ünlü Registan meydanında cuma ve bayram günleri bazı dervişler yılan ve yabanı hayvan oynatırlar, ateş içinde saatlerce kalan demir asalarla kendilerine vururlar, ateş üzerinde yürürler ve bunlar ne garip ki onlara hiçbir şekilde zarar vermez. Onlara bazen Doğu Türkistan’dan, yani Kaşgar ve Urumçi’den gelen seyyah dervişler de katılır, onlar uzun saçları ve neredeyse çıplak görüntüleriyle herhangi bir aydın insanı şoka sokabilirler.[12]

Fakat diye devam ediyor Pozdneyev, Türkistan şehirlerinde bulunan dervişlerden onların düzenledikleri törenlerle ilgili bilgi almam oldukça zor oldu. Bu sorumu duyan dervişlerin hemen yüzleri değişirdi, soğuk davranmaya başlarlardı ve “Bizim bir bilgimiz yok, üstelik bizden olmayan birine özel törenlerimizden bahsetmek pek doğru olmaz” diye uzaklaşmaya çalışırlardı. Yani Türkistan dervişleri kendilerinden olmayan herhangi bir insana tarikat törenleri ve geleneklerinden bahsetmeyi, tarikata ve şeyhe ihanet olarak görmüşlerdir. Onlar için bu bilgiler bâtınî ilim derecesinde idi.

Yazar eninde sonunda büyük bir zorlukla Buhara civarındaki bir köyde gerçekleştirilen dervişliğe kabul törenini gizlice izleyebildiğini yazmaktadır: “Perşembe gecesi tekkenin en içeride olan karanlık bir odasına tüm dervişler toplandılar, sekiz rekât namaz kıldılar ve tekbir getirdiler. Şeyh efendi odanın Mekke tarafına yönelik köşesine oturdu ve anlattıklarına göre kutsal Zemzem pınarından getirilen suyu küçük bir kâseye döktü ve ona üfleyerek el-Fatiha ve başka sureleri okudu. Okuduktan sonra ise kâsedeki suyu derviş adayına verdi. Şeyhin yanındaki küçük sofrada Medine’den getirilen yedi tane hurma vardı, aynı şekilde onlara da üfledi ve iki tanesini müride verdi. Kalan hurmaları da başka dervişlerle paylaştı. Bundan sonra herkes halka halinde kalktı ve beraber yarım saat zikir çektiler, şeyh dua okudu ve böylece dervişliğe kabul töreni bitti.[13]Artık dervişliğe kabul edilen mürit sadece günlük beş vakit namazı değil, teheccüd gibi nafile namazlarını da kılmalıdır ve yürüdüğü kalktığı her anı zikirle geçirmelidir.”

      5.Dervişlerin Maddi Hayatı ve Gelir Kaynakları

Pozdneyev, Vamberi’nin verdiği bilgilere dayanarak, herhangi bir tarikata ait sıradan dervişlerin gayet sade ve mütevazı hayat yaşadıklarını ancak bu sözün şeyhlerin çoğu için geçerli olmadığını yazıyor.[14] “Tüm Müslüman ülkelerinde yasal kurum sayılırlar fakat onlara Avrupa’daki üniversiteler ve ya manastır okullarına verildiği gibi devlet haznesinden para verilmez. Medreseler ve Kur’an kursları ise çoğu zaman vakıf sayılır ve devlet yetkilileri tarafından gerekli her şey temin edilir.[15]

Fakat Türkistan’daki derviş tarikatları devletten resmi olarak para almamalarına rağmen, zengin Müslümanlardan gelen başka bir gelir kaynaklarına sahiptirler. Onların içinde en zengini Buhara ve Semerkant Nakşî tarikatlarıdır. Bölgenin zengin tüccarlar, saraya yakın yetkililer ve orta gelir kaynağı insanlar kendi hesaplarından tekkeler, misafirhaneler ve hanlar kurarlar, gerekirse tarikatlara her türlü maddi imkânları sağlama konusunda kendi aralarında yarışırlar bile… Tabii ki, Türkistan’daki her tarikat ve tekke böyle bir imkânlara sahip değildir ve bu yüzden sıradan tekkelerin şeyhleri ihsan ve bağış toplaması için içlerinden bir dervişi çeşitli yerlere gönderir. “Seyyah” denilen bu dervişler ahaliden biriktirdikleri ne varsa, hepsini tekkeye getirip şeyh efendiye teslim etmek zorundadırlar. Bununla beraber riyazetini tamamlayan ve artık belli bir meslek sahibi olan evli dervişler henüz tasavvufî eğitimini tamamlamayan ve evlenmeyen dervişlere ve gelen giden misafirlere ve yardım isteyerek gelen yoksullara gereken eşya ve gıdayı temin etmelidirler. Tekke şeyhi haznedar makamında olacak yetkili dervişi dergâhın tüm masraflarını ve gelirlerini özel bir deftere yazıp sürekli kontrol etmesi ve finansal konularla ilgilenmesi için seçer. Bu vazife, dervişe özel güven duyulduğu anlamını taşımaktadır.

Tekkede sürekli yaşayan dervişlerin yemekleri genellikle iki çeşit olur. Yemeği ya herkesle beraber genel mutfakta ya da kendi odalarında tek başlarına yiyebilirler. Bazı tekkelerde dervişlere on sekiz bakır tenge[16] miktarında günlük harçlık verilir ve onlar bu parayı istedikleri gibi harcayabilirler.

      Sonuç

Petr Pozdneyev, Dervişi v musulmanskom mire (Müslüman dünyasında dervişler) adlı eserini Türkistan’ın Buhara, Semerkant, Taşkent ve Namangan gibi şehirlerinde yaşayan dervişlerin hayatı hakkında yaptığı araştırmalara dayanarak yazmıştır. O bu konuda sadece kendi bilgilerine dayanmakla yetinmemiş, J.Brown ve A. Vamberi gibi batılı oryantalistlerin eserlerinden de istifade etmiş ve kıyaslama da yapabilmiştir. Pozdneyev kitabında Türkistan dervişlerinin kıyafetleri, günlük hayatı, yaşam tarzı ve özel törenleriyle ilgili ilginç ve değerli bilgiler vermiştir. Bununla beraber bir Hıristiyan papazı ve İslam dünyasına aşağılayıcı olarak bakan bir insan olarak kitap sayfaları arasında dervişleri ve genel olarak Müslümanları aşağılayıcı bazı fikirlerle de karşılaşmak mümkündür. Bütün bunlara rağmen Dervişi kitabı, “Rus oryantalizminde tasavvuf ve tarikatlar” konusunda araştırma yapacaklar ve konuyla ilgilenen geniş okuyucu kitlesi için tavsiye edilecek kaynaklardan birisidir.

     Kaynakça

  1. Pozdneyev, Dervişi v Musulmanskom Mire, Orenburg, 1886.

John Brown, The Dervishes or Oriental Spiritualism, Cambridge University Press, 2013, s.321-232.

Arminus Vambery, Oçerki i kartinı nravov, Pçela gazetesinin 39 sayısı, Sankt Petersburg, 1877, s.615. İngilizceden Ryumantsev çevirisi.

Kafkasya gazetesi, 1857, Tiflis ilk yarıyıl say.1 Pozdneyev, Russkoye Slovo dergisi, Sankt-Petersburg,1859 Ocak sayısı

 

[1] John Brown, The dervishes, or oriental spiritualism. Cambridge University Press, 2013, s.321-232.

[2] Petr Alekseyeviç Pozdnev, Dervişi v Musulmanskom Mire, Orenburg , B.Bresling özel Yayınevi,1886, Semerkant , tüccar Rahimov Yayınevi,1915, s.158.

[3] Dervişi, s.159.

[4] Dervişi, s.168-169: The Dervishes, s.114-151.

[5] The Dervishes, s.149.

[6] The Dervishes, s.149.

[7] Vamberi Arminiy, Oçerki i kartinı nravov, Pçela gazetesinin 39 say.,Sankt-Petersburg, 1877.s.615. İngilizceden Ryumantsev çevirisi.

[8] Dervişi,s.188-190.

[9] Dervişi,190-191.

[10] The Dervishes, s.203;Dervişi, s.190-191.

[11] The Dervishes, 94-98.

[12] Dervişi,s.200-206.

[13] Dervişi, s.206-205: Kafkasya gazetesi, 1857, Tiflis ilk yarıyıl say. Fakat Pozdneyev bu gazetenin orijinalini bulamadığından dolayı G.Hanıkov adlı Kafkasyalı bir araştırmacının notlarından istifade ettiğini yazmaktadır.

[14] Vamberi, Oçerki,s.159.

[15] P.Pozdneyev, Russkoye Slovo (Rus sözü) dergisi, 1859, Temmuz say., s.162; Dervişi,s.153-154.

[16] Türkistan emirliklerinin resmi para birimi akça idi ve o yüz tenge’den ibaretti, bakır tenge kıymeti en düşük birim sayılırdı.

Alakalı